6 Kasım 2015 Cuma

Bin Hüzünlü Haz/ Hasan Ali Toptaş

       



   Bin Hüzünlü Haz/ Hasan Ali Toptaş
     130 sayfa/ İletişim Yayınları












--Öncelikle fotoğraf benim okulumda keşfettiğim atmosferi çok hoşuma giden bir kafeden. Olur da yolunuz düşerse Enerji Müze'sinde turlayıp ardından kahvenizi içmeyi unutmayın.--

Hasan Ali Toptaş okumak LYS günlerinde edebiyat çalışırken bolca aklımdan geçmişti. Fakat sırası yakın bir arkadaşımla birbirimizi gaza getirip "Evet okumalıyız." dediğimizde geldi. Uzunca bir süre bekletmemin ardından geçen hafta sonu birlikte seçenekleri değerlendirip "Bin Hüzünlü Haz"da karar kıldık.

Öncelikle yazarın dilinin anlaşılır ve akıcı olduğunu söylemekte fayda var fakat cümlelerinin uzunluğuyla cümlenin başına geri dönmek zorunda kaldığım çok an yaşadım. Zorlayıcı, yorucu fakat bir hayli keyifli bir kitaptı. Yazarın dilindeki 'sinestezi' etkisi bazen zorladı. Renkleri tatmak, seslere dokunmak, görüntüleri duymak beni bir hayli yordu. Anlam kapalılığıyla nice savruldum. 

Yazarın anlattığı net bir hikaye olmasa da, nereye giderse gitsin vardığı noktanın en başa dönebilmesi bunca karmaşık bir anlatıda taktir edilesi bir özellikti bence. Yazarların sevdiği kelimeler olduğunu bir kez daha inandım; 'sözgelimi' kelimesini sıklıkla okuduğumda. 

Bolca da alıntı not ettim ancak bir paragraf ortalama üç ya da dört cümleden oluştuğu için bunları aktarmak çok zor olacak buraya. Uzunluğu kısa olup beni etkileyenlerden birkaçı: 

*Bir bakıma, iyilik dediğimiz şey kötülüğe yaklaşma konusunda şiddetle burun kıvırırken, kötülük daha cesur davranıp (belki de korkup) ona yaklaşmayı göze alabiliyor...

*Hiç kuşkusuz, duruşlarında kalp atışlarımızın ritmini taşıyan, kelime dediğimiz şu zavallı işaretlerin arasına zamanı hapsedip iyice yavaşlatmak için yaparım bunu.

*...Nedense kendimi kızın kelimelerinden oluşmuş, içinde değişik serüvenlere ait binlerce cümle taşıyan, yüzü virgüllerle dolu upuzun bir cümle gibi hissettim. 

17 Ekim 2015 Cumartesi

On İkiye Bir Var/ Haldun Taner

    On İkiye Bir Var/ Haldun Taner
    184 sayfa/ Bilgi Yayınevi
                           
















Haldun Taner sevgim yıllardır var olduğu için bu sefer tiyatro eserlerinin dışına çıkıp elime bir öykü kitabını alarak devam ettim okuma yolculuğuma. Dilinin beni tatmin edeceğine emindim fakat hikayelerini üst üste okuduğumda bende nitelikli etkiler bırakacağını sanmıyordum. Öykülere karşı biraz soğuk olan yaklaşımımdan olsa gerek gayet güzel izlenimlerle veda ettim kitaba.

Öncelikle kitabın adını ben On İki Bir Var olarak yazmış olsam da kitabın üç farklı kitabın bileşimi olduğunu söylemem gerek. İlk kitapta yani; On İkiye Bir Var'da altı hikaye, Sancho'nun Sabah Yürüşünde, -yani ikinci kitapta- dört hikaye ve Gülerek Ölmek hikayesi tek başına bir hikayeyi oluşturuyor. Kitapta toplamda ise on bir hikayeyle karşılaşıyoruz. 

Özellikle on ikiye bir var beni hayli etkileyen bir hikayeydi ardından gelen çoğu hikayede de aynı şeyi hissettim. Özellikle bazen durum bazen olay hikayesine kayan tavrıyla Haldun Taner kalbimi bir kez daha çaldı. Bazen Almanya'da bir otelde bazen bir devlet memuriyet binasının helasında buldum kendimi. Soğuk sulara daldım, zamanla yarıştım, kanımın kan rengi aktığı günleri özledim. Hepsini bir çırpıda şuncacık kitap sağladı. 

Her yazardan en az bir kelime öğreneceğime dair güçlü bir inancım vardır. Haldun Taner bu kitapta bana "hasıla" kelimesini öğretti. Bazen içimden geçen cümlelerde yer bile bulmaya başladı kendine bu kelime. Fark ettim ki yazardan bir şeyleri alıntılamaya çalıştığımda paragraf halinde alıyorum. Hevesinizi kaçırmak istemediğim için çok az alıntıyla kapatıyorum yazımı:

*İnce  ve bol köpüğün üstünden yağ gibi kayan bir jilet bile, ağız uçlarınızı, gülümseme adını verdiğimiz o iç açıcı çizgiye benzetmek için biraz yukarı kaldıramazsa, durum umutsuz, çok umutsuz demektir. 

*İstanbul semtlerinin her birine bir arma seçilecek olsa Eyüp'ünkünde muhakkak bir leylek resmi bulunurdu.



1 Ekim 2015 Perşembe

İskambil Kağıtlarının Esrarı/ Jostein Gaarder






 İskambil Kağıtlarının Esrarı/Jostein Gaarder
 Pan Yayınları/ 344 sayfa
  Çeviri: Sabri Yücesoy











   Bu kitabı okumaya, okumadan önce gördüğüm yorumlarla ve özellikle "mor gazoz"un güzelim anlatımıyla karar verdim. Kitabı edinmemin üzerinden bir süre geçince onca kitabın arasından sırayı bu kitaba devrettim.
 
  Öncelikle konudan ve okuduğum yorumlardan ben herhalde kitabı anlamaya çalışırken hayli yorulacağım demiştim kendi kendime ancak beni hayli yanıltarak o kolay ve anlaşılır diliyle kendine bağladı. Kitap hakkında o kadar çok söyleyebileceğim şey var ki hatta konuşmanın öyle bir yeri geliyor ki kitaptan alıntı yapmak istiyorum. Cümleler düşüyor aklıma birer birer.
  Ancak konuyu abartıya kaçmadan şöyle özetleyebilirim ki; onları kendini arayacağını söyleyerek terk eden anneyi güneye doğru bir yolculuğa çıkarak arayan bir baba oğul hikayesi bu. Aslında tüm yolculuk Jostein Gaarder'ın üslubunu doğal bir şekilde kullanarak gençlere sunduğu bir felsefi hikaye. Felsefi dediysem öyle zorlayan, yoranlardan değil; daha çok sorgulatan, araştırma isteği yaratan ve en çok da merak ettiren bir hikaye.
  
 Gaarder'ın neredeyse Avrupa kıtasını aklına kazımış hali, sen okurken unuttuğunda sana birden pat diye olayları hatırlatan hali öylesine keyif verici ve akıcıydı ki elimde olmadan kitabı yavaş okumak, bitirmemek istedim. Bitirdiğimde ise çevremdeki insanlara "Ama çok güzeldi." dedim bolca. 
  
  En çok da iskambil kağıtları edinmek, her karta daha bir anlamlı bakıp çözülen esrarı hatırlamak istedim. İstiyorum. Bir de keşke çizgi romanı olsa ve kitabı okuyanlar bir de onunla düş gücü arasındaki uçurumu ya da yakınlığı gözlemlese istedim. 
  Ben bazı kitapları okuduktan sonra unutmak istiyorum sırf okuduğumda hissettiğim o çeşit çeşit duyguyu yeniden yaşamak için. O kitaplar arasına giren bir kitap olduğu için tuhaf bir mutsuzlukta taşıyorum sırtımda.

Tüm bu karmaşık çözülememiş duygulara ve hayranlıktan geriye kalanlardan birkaçı:

*Aynı yıldızları görebildiğimiz halde, birbirimizden sonsuz ölçüde uzaktık. Çünkü yıldızlar haber taşımaz, Albert. Bu dünyada nasıl yaşadığımız umurunda değildir onların.

*Herhalde bir manzara ressamı gelip buranın gerçeğe uygun bir resmini yapmaya kalksa, bütün boyaları biter zavallıcığın. 

*Ben dünyayı garip bir rüya sayıyordum ve bu rüyanın ne anlama geldiğini bulmak için akla uygun bir açıklama aramaktaydım. 

*Çünkü insan bir şeyi anlamadığını anlamışsa bir kez, artık her şeyi anlamanın eşiğine gelmiş demektir.

9 Eylül 2015 Çarşamba

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört/George Orwell

                   



               

      Bin Dokuz Yüz Seksen Dört/George Orwell
      Can Yayınları/ 350 sayfa
      Çevirmen: Celal Üster










    İlk defa bir George Orwell kitabını elime aldığımda yaşım on iki bile değildi. Elimdeki kitap ise Hayvan Çiftliği'ydi. O günler için daha ön sözünü bile yeterince kavrayamadığım bir kitaptı benim için, sonrasında Hayvan Çiftliğini okumaktan vazgeçmiştim zaten. Oysa bir ön sözün neler ifade edebileceğini en çok bu kitapta hissettim. Aynı çevirmenin ön sözüyle başlıyordu diğer Orwell kitabı da ve ben bu dili tanımaktan kendimi alamadım.

  Orwell'ın geçmişini, yaşadığı şehirleri, ülke topraklarını, siyasi ortamları ve savunduklarını gördükçe daha da anlamlı gelmeye başladı tüm söyledikleri. Kitabı okumaya başladıktan sonra da sayfaları "Bir hükümet nasıl olmalıdır?"dan çok "Bir hükümet hatta bir dünya nasıl olmamalıdır?"ın cevabını bularak çevirdim. 
  Aslında bir hayli de şaşkındım okurken, nasıl bir zihin de birikebilirdi bütün bunlar? Aslında nasıl acımasız, vahşi ve yıkıcı bir Parti bir zihinde böylesine parlak, apaçık ortaya çıkabilirdi? Bunu yazarken yazarı korkuları mı beslemişti yoksa gerçekliğe karşı duyduğu inanç mı? 

  O kadar ve o kadar çok sorguladım ki "çifdüşün"ebilir miyim diye, düşüncelerim biri tarafından ortaya birdenbire serilebilir mi diye, şuan televizyon dediğimiz ekranlar da tele-ekranlar gibi bizi izliyor mudur diye. Bana korku ve geleceğe karşı umutsuzluğu aşıladı Orwell. Bir gün bir siyasi bunu hırsları ve kibriyle okursa dünya nasıl bir hale gelir diye? İlk defa bir kitap beni umuda doğru yolculuğa çıkarıp; hayata karşı "iki kere iki dört eder 
diyebilmek" satırının gücüne inandırdıktan sonra huzursuzca beni varış noktasına: kitabın sonuna bıraktı.

Bunlara rağmen güzel satırlarda kazındı aklıma tabii; 

*Gerilimli anlarda insanın bir dış düşmana karşı değil de, hep kendi bedenine karşı savaştığını fark ediyordu.Şimdi bile, içtiği cine karşın, midesindeki buruntu, doğru dürüst düşünmesini engelliyordu. Bunun destansı ya da trajik görünen tüm durumlar için de geçerli olduğunu anlıyordu şimdi. Uğruna savaştığımız davalar, savaş alanında, işkence odasında, batmakta olan bir gemide hep unutuluveriyordu, çünkü beden şişip büyüyerek tüm evreni kaplıyordu; korkudan çarpılmadığınız ya da acı içinde haykırmadığınız durumlarda bile, yaşam her an açlığa, soğuğa, uykusuzluğa, mide buruntusuna ya da diş ağrısına karşı verilen bir savaşımdı. 

*Birini seviyorsan gerçekten severdin, verecek başka bir şeyin yoksa bile sevgin yeterdi. 

"Bir doğru vardı, bir de doğru olmayan; doğruya sarıldığın zaman, tüm dünyayı karşına bile alsan, deli olmuyordun.

3 Eylül 2015 Perşembe

Bir Kadının Yaşamından 24 Saat--Bir Yüreğin Ölümü/Stefan Zweig

                 
Bir Kadının Yaşamından 24 Saat--Bir Yüreğin Ölümü
Stefan Zweig
Can Yayınları/122 sayfa
Çeviren: Gülperi Sert















    Bu yaz tatili benim için fazlasıyla yoğun ve stresli geçti. Sınav sonucu, tercihler ve tercih sonuçları derken günler birbirini kovaladı. Ben ise istediğim şehirde istediğim üniversitede istediğim bölümden biraz sapmış olarak beni fazlasıyla mutlu eden bir yere yerleştim. Kısacası şans benden yanaydı. Bu sırada tabi okumalarım azaldı ve bende taa İstanbul'a gitmişsin gez, gör ve oku dedim kendime. İşte Zweig tarafından yazılmış bu iki uzun öyküyle tanışmam da tam bu sıralara denk düştü. Fotoğraf Moda Parkı'ndan bu arada.

   Kitaptaki ilk uzun öyküye gelecek olursam kendisi bir hayli merak uyandıran, mekanı ve zamanı anlattığı atmosferin doğasına uyan bir öykü. Aslında hepimizin zaman zaman yapmak istediği o tanımadığım birine bütün hayatımı anlatabilsem hissinden yola çıkmış bir hikaye; ancak buradaki anlatılan tüm yaşantıdan çok yalnızca 24 saat. 
   İkinci öyküde ise yazar kısmi hayal kırıklıklarımızı, kendimizi yalnız, unutulmuş, önemsiz hissettiğimiz bir andan yola çıkıyor. Baba olduğunuzda başka anne olduğunuzda başka şeyler kırıyor sizi. Burada her şeyden çok bir baba, bir eş ve mutluluktan uzak olmanın izleri var. 

   Ben hep Zweig'ın ilk okuduğum kitabının Satranç olacağına inanırdım oysa ilk kitabı ani bir kararla bu kitap oldu. Pişman mıyım? Asla. Çünkü ben Zweig'ın Freud hayranlığını bu kitapta fazlasıyla hissettim. Cümleleri okurken bende yaşadım söylenen ruhsal özellikleri. Karakter yorgun düştüyse bende onunla beraber yorgun düşüp oturuverdim bir banka ya da bir hastalık gereği bir sancı hissettiyse bedeninde bende hissettim. Bazen de okurken soluğumu tutup karakterle birlikte sevinip, üzülüp, acı çekip, şaşırdığımı fark ettim. En çok da yazarlığın bir şeyi anlatmaktan çok hissettirebilmek sanatı olduğunu anladım. Herkes yazabilirdi ama herkes yüreğe dokunamazdı. Bu yüzden iki öyküyle bana başka zamanları, başka şehirleri, başka insanları ve hisleri açtığı için ben hem Zweig'ın güzelim kalemini, hem de okuduğum kitabı çok sevdim. 

Okuduğum onca güzel satır içinde "aynen aynen" diyerek eşlik ettiğim o satırlar;

*Kibirle, şımarıkça, ruh, fikir, duygu dediğimiz, ıstırap dediğimiz şeylerin aslında ne kadar da zayıf, zavallı, acı veren şeyler olduğunu korkuyla hissediyorum, çünkü bunlar en üst düzeyde bile olsa acı çeken, kıvranan insan bedenini tamamen yok edemiyor, çünkü böyle anlarda dahi insan üzerine yıldırım düşen bir ağaç gibi yere yığılmak yerine, damarlarındaki kan akmaya devam ediyor. Bu acı, sadece bir an, bir dakika bedenimi sarmıştı, nefes alamamış, tıkanmış ve ölümün soluğunu hissetmiş bir halde banka yığılmıştım. Fakat biraz önce dediğim gibi, tüm acılar korkaktır, kendisinden daha güçlü olan yaşama isteği karşısında geri çekilir, çünkü bedenimizin her hücresinde yerleşmiş olan yaşama isteği, ruhumuzun ölüm tutkusundan çok daha güçlüdür. 

5 Temmuz 2015 Pazar

Sil Baştan/Ken Grimwood

Sil Baştan/ Ken Grimwood
361 sayfa/ KoridorYayıncılık
Çeviren: Seçil Ersek


   Hayata yeniden, en baştan, hatasız başlayabilmek fikri bana hep güzel gelmiştir. Ama başına her geleni bileceğin, mücadele etmen gereken tek zorluk sebebini bilmediğin bir zaman karmaşası ise eğer o hayatın tadı biraz kaçıyor gibi.
   
   Kitabı okurken hissettiğim bir diğer kavramsa kaybetmek oldu. Her şeyini yeni baştan kurup kaybedeceğini bilmek. Bir kimseye, bir mekana ait olmadan kimseye de benim diyemeden bilinçsizce sürüklenmek kötü olmalı. Tek ait olduğun şey yaşadığın zaman dilimiyse hele. 

   Bunların ötesinde yazarın kitabı 1986'da yazdığını öğrenmiştim başlamadan önce. Belli yıllar arasının siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel çalkantılarını barındıran bir kitap, birkaç kıtanın coğrafi bilgisini bilmenin de avantajıyla yazılmış zengin bir içeriğe sahip.

  Kitapla ilgili diğer bir sorguladığım noktaysa mantıklı ve istikrarlı bir temele sahip olmasının yanında tadımlık bir bilimkurgu da olabilecekken bunun yolu kendi kendine kesilmiş ve farklı bir noktaya itilmiş. Tabi yazarın düşünceleri yansıtmak istedikleri kitabın içerisinde yer alanları tamamen destekliyor da olabilir buna çok da söyleyecek bir şeyim yok. 

  Zamanı irdelediğiniz, hayatın yoğunluğundan kaçıp keşke şimdi farklı bir zamanı okusam dediğiniz bir anda alıp satırlarına kapılabileceğiniz bir kitap. Çok büyük beklentilerle okumamanız tavsiyemdir.

  Kitaptan:

*...Biz sadece -sen ve ben değil bu toplumdaki herkes- zalimliklerle birlikte yaşıyoruz; rastgele ölüm tehlikesiyle birlikte. Bunu neredeyse görmezden geliyoruz, bizi doğrudan tehdit ettiği zamanlar hariç. Daha da kötüsü bazı insanlar bunu eğlenceli buluyor, bir tür heyecan gibi. Haber sektörünün en azından yüzde sekseni bundan ibaret: Amerika'ya günlük gereken trajediyi sağlamak, başka insanların kanı ve işkencesiyle.

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Benden Selam Söyle Anadolu'ya/Dido Sotiriyu

               

       
                                      Benden Selam Söyle Anadolu'ya/Dido Sotiriyu 
                                          259 sayfa/Can Yayınları 
                                              Çevirmen: Attila Tokatlı


Okumaya Nasıl Karar Verdim?
     Bundan yaklaşık bir buçuk sene önce sanıyorum ki bir edebiyat dersinde sıra arkadaşım ile edebiyat öğretmenimiz arasında sözü geçti. "Ne kadar güzel bir kitaptı sende varsa getirirsen tekrar okurum." şeklinde ilerleyen bir sohbetle ilerletti edebiyatçımız konuşmayı. Ben ilk defa duymuş ve sanırım her şeyden önce adının bende bıraktığı izlenimden etkilenmiştim. Arkadaşıma bende okuyayım mı derken bir şekilde öğretmenimize değil benim elime geçti kitap. Ben daha öncesinde başlamama rağmen devamını getirememiş maalesef ki yarım bırakmıştım. Bu günlerde de mezun olmamız yakın olduğu için okumaya karar verdim.


    Kitaba gelirsek konu açısından Balkan Savaşı sıralarından başlayıp Birinci Dünya Savaşını içine alan ardından da Kurtuluş Savaşı ve zorunlu göçleri mecbur kılan bir dönemde; Rum köylülerinin hayatını anlatıyor kitap. Bunlar çok tartışılan, çok çelişkiye düşülen herkesin bence böyle deyip farklı bir görüş ileri sürdüğü bir dönem aslında. Bu açıdan bilmediğimiz o kadar çok olay, yaşanmışlık ve bilinmeyen gerçek var ki kitabı okurken başımdan aşağı kaynar sular dökülmedi desem yalan olur.
  
    Kitabı okurken bir an durup bunu kim yazıyordu ya deyip kitabın içindeki karakterleri Türk, olayları da bizim başımıza gelmiş olaylar gibi algıladım. Kitap ilerledikçe de zaten çok da farklı değilmişiz ki dedim. Komşunun komşuyu dost bildiği, kardeş bildiği bir dönemden nasıl karşılıklı kin, nefret bürüyen ve kitaptaki ifadeyle "kardeşi kardeşe kırdıran" bir döneme  gelindiği irdeleniyor. 

    Savaş elbette yüzyıllardır yaşanan insanları yıpratan, çoğunlukla savaşta yer almayanı savaşmayı emreden yalnızca daha fazla para için yaşayan insanların kazandığı bir saha. Savaş her seferinde olduğu gibi bu seferde açlığı, susuzluğu, yoksulluğu, yurtsuzluğu, evsizliği, işkenceleri, savaşmayı, canını kaybetmemek için canını ortayı koymayı emrediyor. Çünkü en çok korku, ölüm, kin, nefret besleniyor savaşlardan. Çünkü dost yaşamış milletler kaybediyor birbirlerini yalnız, onlar zararlı çıkıyor. 

    Türkler olarak yaşadığımız sürece galeyana gelmeye hazır bir millet olacağız bence. Çünkü içimizde yer aldığı söylenen o savaşçı özellikler hep sömürülmeye hazır bekleyecek. Biri parayı vaat edecek, biri toprakları, biri o düşman baksana diyecek. Dürbünle baktığınızda karşınızdaki yer yakın gözükür ya o dürbün her seferinde elimize ters verilip bizim karşıyı ya küçük ya bulanık ya da kusurlu görülmemiz sağlanacak. Okuduğumda öylesine umutsuzluğa düştüm ki bir an olsun barışı düşünelim, doğruyu olduğu gibi görelim istedim. Bu değil ki hakkımızı savunmayalım. Gerekirse bize zarar verecek olana karşı bir olmayı bilelim ama asıl bizi yok etmek isteyenleri dost bilmeyelim. 

    Kitaptan sonra gözlerim dolmuş, beynim allak bullak olmuş durumdaydı ama bu kadar dolduğumu tahmin etmiyordum. Kısacası kitap güzel bir sorgulamaya, düşünmeye itiyor insanı.

NOT: Kitaptan sonra en çok düşündüğüm kısım "Ne kadar objektifti?" oldu. En çok etkilendiğim ise şimdi onlardan korkmuyorduk çünkü güç bizdeydi, onlar savaşırken bizi yakıp yıkmış zarar vermekten çekinmemişti şimdi bizde aynı güçteyiz ve ne kadar dost bilsek de bizde onları yaraladık, onlara hayvan derken şimdi aynılarını yaparak biz hayvan olduk benzeri çıkarımlarda bulunmasıydı. 
Kitaba elbette Yunanistan tarafından bakınca onları da haksız bulamıyorsun yaptıklarından dolayı ama ben aksine sadece savaşın varlığını haksız buldum. Kızdım en çok da, yüzyıllar boyu sürecek bir düşmanlığa teslim olduğumuz için.

Kitapta birçok güzel tespit olduğunu düşünüp not alırken ben yorulsam da işte birkaçı:

*Ben bunca sevdiğim bu şehrin, kapısını yoksullara ardına kadar açtığını sanmıştım. Sanmıştım ki, lütfuna ermek için, körebe oynar gibi gözlerini kapayıp ellerini uzatmak yeter...

*Böyledir yüreği insanoğlunun: Küçücük bir felakette duracak gibi olur ama sonuna kadar dayanır büyük felaketlere. 

*Ne biçim bir kuvvetti bu kuvvet ki, her vuruşumuzu sanki kendi kendimize indirdiğimiz bir darbe haline getiriyordu?

*Uyumak istiyordum; bir daha uyanmamak üzere uyumak... Ama böyle anlarda bile insanın en değerli hazinesi hayattır...

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Al Gözüm Seyreyle Salih/ Yaşar Kemal

         




           Al Gözüm Seyreyle Salih/ Yaşar Kemal
           Yapı Kredi Yayınları/398 sayfa








Okumaya Nasıl Karar Verdim?
Açıkçası benim yaz tatilinden beri isteğim Yaşar Kemal'in okuduğum ilk kitabının İnce Memed olmasıydı. Ancak yaz tatilinde bunu istesem de vaktim olmadığından gelecek yaza erteledim. Sene içinde ne yazık ki usta yazarı kaybettik. Bende daha fazla geciktirmemem gerektiğine karar verip kitapları içinden ne okusam diyordum ki Bahar Şenliği Listesi'nde de unutulmadığını görüp ayrıca sevindim. Okumaya böyle karar verdim ama bu kitapta beni en çok çeken bir martı üzerine kurulu bir hikaye olması oldu. İşin içine Karadeniz'de geçiyor olması da girince dayanamadım. Sonuç olarak tanışma kitabı seçimimi "Al Gözüm Seyreyle Salih"ten yana kullandım.

Kitaba gelirsek ben benim için uzun soluklu bir yolculuk olacağını bilmeden elime almışım. (Bunda sürekli olarak ders çalışmamın ve okul dershane telaşının da payı var elbette.) Bir ayı geçik zaman benimle şehir içi otobüs dolmuş yolculuklarına; dershane okul sıralarına şahit oldu. Bende aynı zamanda kendimi Karadeniz'de, deniz kenarında, türlü çiçekli ağaçlar altında ve daha nice güzel yerde buldum. En önemlisi eşsiz bir anlatımla tanıştım. 

Kitabı okurken en çokta şunun farkına vardım. Günlük okuma miktarımızda bence doyum sınırımız var. Okuduğumuz sayfa miktarı, kitabı okuyuş hızımız yazarın dilinin doyuruculuğuyla alakalı. Yaşar Kemal okuduğum en doyurucu yazarlardan biriydi. Günde beş sayfa okumamla bugünlük yeter dediğim oldu.

Kitabın içeriğine gelirsek: 11 yaşındaki Salih'in yaşadığı Karadeniz kasabasından hayata, ülkesine, doğaya, insanlara ve hatta ülkenin siyasal çalkantılarına bile bakışını yansıtan; bunları anlatırken de kanadı kırılmış bir martıya yardım çabasını ele alıyor roman. Küçük bir çocuğun dünyayı algılayışı, sorgulayışı, öğrenme çabası ve hayal gücü öylesine güzel bir dille anlatılıyor ki, her anlatılanla, kurulan düşle kendini bambaşka bir maceranın ortasında buluyorsun. Benim ben neredeyim, bu olaya, buraya nasıl geldim dediğim anlarım oldu. Neyse ki girilen olaylardan, anlatıdan gerçek duruma öyle güzel bağlanıyordu ki, keyif veriyordu okumak insana. 

Üstelik önce insan, önce insan olabilmek, insan kalabilmek; sevmek ve sevmeyi unutmamak üzerine aldığım önemli derslerde oldu. Yaşam sevincini satırlardaki tasvirlerde, kişilerin ruh hallerinin ustaca yansıtıldığı cümlelerde buldum. 

Yaşar Kemal'i henüz okumadıysanız bu kitap benim için doğru bir tercihti. Sizde okumadan önce fikir edinmek isterseniz yorumum umarım faydalı olur, okur, çevrenizdeki insanlarla paylaşırsınız. 

Beğendiğim satırlardan bir kaçı;

*Gözlerinin önüne cenneti serin, o cenneti onlara verin istemezler, sevmezlermiş de, ulaşamadıkları çölü, dikenli kıracı severlermiş.

*Belki de insanların hiç bilmedikleri, bilmeleri gereken, bilmeyince de onları insanlıktan çıkaran, sevgiyi, aşkı, kuşlardan öğreniyorlardı.

*...Hepsinin ne anlama geldiğini bilmiyordu ki, salt yüreğinde, bir koku, bir ses, bir renk, bir ışık gibi duyuyordu içinde, bir yerlerde. 

24 Mart 2015 Salı

Burcu'nun Bahar Okuma Şenliği Listesi

1. Kategori (10 puan): Yaşar Kemal'den bir kitap. Kısa bir süre önce kaybettiğimiz ustaya saygı kategorisi.
Al Gözüm Seyreyle Salih/ Yaşar Kemal/ Yapı Kredi Yayınları/ 397 sayfa

3. Kategori (10 puan): Bir iki kitabını okuyup külliyatını okumayı gönlünüzden geçirdiğiniz bir yazardan bir kitap.

Kavim/ Ahmet Ümit/ Everest Yayınları/ 534 sayfa

4. Kategori (10 puan): 1001 kitap listesinden bir kitap.

Otomatik Portakal/ Anthony Burgess/ Türkiye İş Bankası Yayınları/ 168 sayfa

5. Kategori (10 puan): Mizahi türde, eğlenceli bir kitap.
Çapulcu Musun? Vay vay/ Muzaffer İzgü/ Bilgi Yayınevi/ 157 sayfa

6. Kategori (10 puan): Yasaklanmış bir kitap.
Batı cephesinde yeni bir şey yok/ Erich Maria Remarque/ Everest Yayınları/ 215 sayfa

10. Kategori (10 puan): Fantastik kurgu/bilim kurgu/distopya/steampunk vb. türde bir kitap.

1984/ George Orwell/ Can Yayınları/ 350 sayfa

11. Kategori (10 puan): Bir öykü kitabı.

On İkiye Bir Var/ Haldun Taner/ Bilgi Yayınevi/ 184 sayfa

13. Kategori (10 puan): Beyaz perdeye aktarılmış bir kitap. 

Kitap Hırsızı/ Markus Zusak/ Martı Yayınları/ 574 sayfa

16. Kategori (10 puan): Bir savaş romanı. (Fantastik savaşlar kapsam dışı)

Benden Selam Söyle Anadoluya/ Dido Sotiriyu/ Can Yayınları/ 259 sayfa

17. Kategori (10 puan): Çok uzun süredir okumaya niyetlenip okumayı sürekli ertelediğiniz bir kitap.

Şemspare/ Elif Şafak/ Doğan Kitap/ 248 sayfa

18. Kategori (Her kitap 10 puan, 3 kitabı da okuyana ekstradan 20 puan, toplam 50 puan)Dünya edebiyatından üç kitap. Kitapların biri Latin Amerika, biri Uzakdoğu, biri Balkan edebiyatından olmalı. Türk edebiyatı kapsam dışı.

Yüzyıllık Yalnızlık/ Gabriel García Márquez/ Can Yayınları/ 461 sayfa  -Latin Amerika Edebiyatı
Cenneti Öldürmek/ Ma Jian/ Martı Yayınları/ 464 sayfa -Uzak Doğu Edebiyatı
Balkan Edebiyatı için kitap bakacağım.

20. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 20 puan, toplamda 60 puan): Şimdiye kadar hiç kitabını okumadığınız dört yazardan birer kitap. Yazarların ikisi Türk, ikisi yabancı, ikisi kadın, ikisi erkek olmalı.

Gün Olur Asra Bedel/ Cengiz Aytmatov/ Ötüken Yayınları/ 426 sayfa
Mart Menekşeleri/ Sarah Jio/ Arkadya Yayınları/ 336 sayfa
Gece Tayyarede Açıkta/ Orhan Bahtiyar/ Aya Kitap/ 400 sayfa
Yaşamın Ucuna Yolculuk/ Tezer Özlü/ Yapı Kredi Yayınları/ 125 sayfa


22. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 40 puan, toplamda 80 puan): Kendinizin belirleyeceği bir temaya uyan dört kitap.


(Koridor Yayınlarından 4 kitap okumak üzere belirledim bu kategoriyi.)

Sil Baştan/ Ken Grıimwood/ Koridor Yayınları/ 361 sayfa
Zaman Haritası/ Felix J. Palma/ Koridor Yayınları/ 531 sayfa
Dante Denklemi/ Jane Jensen/ Koridor Yayınları/ 648 sayfa
Göremediğimiz Tüm Işıklar/ Anthony Doerr/ 576 sayfa

YGS geçtiğine hatta sonuçlarının bile açıklandığına göre Bahar Şenliği başlasın. Gelsin testler gitsin kitaplar :)

Naz'ın Bahar Okuma Şenliği Listesi

3. Kategori (10 puan): Bir iki kitabını okuyup külliyatını okumayı gönlünüzden geçirdiğiniz bir yazardan bir kitap.
Bir De Baktım Yoksun/Yekta Kopan/Can Yayınları/164 sayfa

10. Kategori (10 puan): Fantastik kurgu/bilim kurgu/distopya/steampunk vb. türde bir kitap.
Cesur Yeni Dünya/Aldous Huxley/

11. Kategori (10 puan): Bir öykü kitabı.
Benim Sinemalarim/Füruzan-/Yapı Kredi Yayınları/200 sayfa

13. Kategori (10 puan): Beyaz perdeye aktarılmış bir kitap. 
Kitap Hırsızı/Markus Zusak/Martı Yayınları/574 sayfa

17. Kategori (10 puan): Çok uzun süredir okumaya niyetlenip okumayı sürekli ertelediğiniz bir kitap.

Çıplak ve Yalnız/Dogan Kitap-Hamdi Koç-600 sayfa

22. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 40 puan, toplamda 80 puan): Kendinizin belirleyeceği bir temaya uyan dört kitap.


(Yeraltı edebiyatı 2 yerli 2 yabancı yazar kategorisi olarak belirlendi.)

Yerli---> Kinyas ve Kayra/ Doğan Kitap/ 576 sayfa
Yerli-2 ---> Murat Uyurkulak/ Tol Yayınları/ Metis Yayınları/ 262 sayfa
Yabancı ---> Beyaz Zenciler/ Ingvar Ambjörnsen/ Ayrıntı Yayınları/ 320 sayfa
Yabancı-2 ---> Zen Kaçıkları/ Ayrıntı Yayınları/ Jack Kerouac- 272 sayfa


Kış Okuma Şenliğinin Sayfa Arasında için Sonuçları

               Burcu'nun Kış Şenliği Sonucu

1. Kategori (10 puan): Altın Kitaplar Yayınevi'nden bir kitap.
Rüzgarın Gölgesi/Carlos Ruız Zafón/Altın Kitaplar Yayınevi/527 sayfa

2. Kategori(10 puan): Bir çizgi roman veya foto roman.
İstanbullular/Buket Uzuner/Everest Yayınları (Çizgi Dizisi)/129 sayfa

5. Kategori (10 puan): Bir şiir kitabı.
Sevda Sözleri/Cemal Süreya/Yapı Kredi Yayınları/329 sayfa

17. Kategori (10 puan): Size veya aynı evde yaşadığınız kişilere ait olmayan bir kitap.
Kırk Yedililer/Füruzan/Bilgi Yayınevi/524 sayfa

19. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 30 puan, toplamda 70 puan): Şimdiye kadar hiç kitabını okumadığınız dört yazardan birer kitap. Yazarların ikisi Türk, ikisi yabancı, ikisi kadın, ikisi erkek olmalı
Kadının Adı Yok/Duygu Asena/Doğan Kitap/197 sayfa

21. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 30 puan, toplamda 70 puan): Dünya edebiyatından dört kitap. Kitapların biri Latin Amerika, biri Afrika, biri Asya ve biri Avrupa edebiyatından olmalı. Türk edebiyatı kapsam dışı.
Doğunun Limanları/Amin Maalouf/Yapı Kredi Yayınları/183 sayfa  -Asya (Lübnan) Edebiyatı

6 Kitap ve 1889 sayfa okuyarak 78 puanla kapatıyorum şenliği.

              Naz'ın Kış Şenliği Sonucu

1. Kategori (10 puan): Altın Kitaplar Yayınevi'nden bir kitap. 
Rüzgarın Gölgesi/Carlos Ruız Zafón/Altın Kitaplar Yayınevi/527 sayfa

5. Kategori (10 puan): Bir şiir kitabı.
Küçük İskender/ Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir/ Sel Yayıncılık/ 232 syf

10. Kategori (10 puan): Yayınlanmış tek bir romanı olan bir yazarın "o" romanı.
Sırça Fanus/Sylivia Plath/Kırmızı Kedi Yayınları/256 syf

18. Kategori (Her kitap 10 puan, 2 kitabı da okuyana ekstradan 20 puan, toplam 40 puan)Bir Türk, bir yabancı yazardan birer öykü kitabı.
Sallinger/9 öykü/Yapı Kredi Yayınları/172 sayfa

4 kitap ve 1187 sayfa okuyarak Naz'da 51 puanla şenliği kapattı.

Kadının Adı Yok/ Duygu Asena



                                                   Kadının Adı Yok/ Duygu Asena
                                                   197 sayfa/ Doğan Kitap


 Ülkemizde yaşanan acı olaylardan sonra karşıma çıkan adıyla etkileyen bir kitaptı. Olayların üstüne okuyup biraz daha kin tutmama sebep olmasın diyerek sonraya ertelemiştim. Ancak karşıma çıkınca inceleyip satın almadan önce biraz okudum. Anlatımın sadeliği etkiledi, bir an önce okumak istedim. 
  İlk Duygu Asena kitabım; haliyle fikirleriyle, fikirlerini sunuş tarzıyla ilk tanışmamdı. Ben inceliğine güvenip YGS geçtikten sonra kafamı dağıtmak için okurum dediysem de üzerine düşündüren içeriğiyle beni yordu. Sorgulamaya, yorumlamaya itti. 
  Yaşadığım ülke şartlarında belli toplumsal düşünceler yerleştikten sonra okuduğum için radikal kararlar olduğuna inandığım ancak katılmadan da edemediğim düşünceler üzerine yoğunlaşmış bir kitaptı. Kadınlığı, erkekliği, toplumsal kuralların katılığını, mutluluğu, işi, aşkı, parayı ve çok daha fazla hayatı yönlendiren konuda düşündürdü ve etkiledi beni. 
  Kitapla ilgili en çok etkilendiğim noktaysa kitabın adı gibi gerçekten ana karakterin adı yoktu. Uzunca bir süre gerçekliği üzerine çıkarım yapmaya çalıştıysam da sonuç elde edemedim. Hem gerçeğe çok yakın ve olası gelişinden olsa gerek "adı olmayan kadını" sanki her köşe başında karşıma çıkabilecek herhangi bir kadınmış gibi düşündüm. 
  Okumadan önce ardı ardına devam etmek isteyeceğim bir yazar olduğuna inandığım bir yazardı Duygu Asena. Şimdiyse hem geç olmadan tanıştığım için mutlu oldum, hem de daha sakin bir zamanımda diğer kitaplarını da okumak üzere ertelemeyi seçtim.

  Geç olmadan olabildiğince erken yaşta hem kadınlar hem de erkekler tarafından okunması gerektiğine inanıyorum. Bilinçlenmeli ve bilinçlendirmeliyiz. Aksi taktirde çok canlar kaybedip, toplumsal hareket ve gelişmişlikten uzun bir süre daha mahrum kalacağız gibi geliyor.

1 Mart 2015 Pazar

Rüzgarın Gölgesi/ Carlos Ruiz Zafón -Ortak Yayın-

                                       Rüzgarın Gölgesi/ Carlos Ruiz Zafón
                                       Altın Kitaplar/ 527 sayfa


           Nasıl karar verdik?

Nazla birlikte 2013 yılının kitap fuarını gezerken Altın Kitapların standında ne var ne yok diye göz gezdirdik. O sırada benim –Burcu’nun- gözüne çarptı bu kitap. Kitabın konusunu okuyup çok güzel değil mi diyerek Naz’a uzattım ve beğenmesi sonucunda birlikte aynı kitabı almaya karar verdik. Yaklaşık iki yıl oluyor fakat Naz beni bir türlü aynı anda okumaya ikna edememişti. Ta ki kitap okuma şenliğinde birlikte okumaya karar verene kadar.

     Nazın Okuma Hali ve Düşünceleri


  Film eleştirilerinde yazıyorlar, hiçbir dakikasında gerilim eksik değildi diye, kitap film olsa aynen bunu derlerdi. Kitabın konusu Daniel Sempere adında bir çocuğun Unutulmuş Kitaplar Mezarlığında Julian Carax adında bir yazarın kitabını bulmasıyla başlıyor. Şöyle diyebilirim ki yazardan ve bulduğu kitaptan o kadar etkilendim ki google un arama kısmına yazarın adını yazdım cidden böyle bir yazar olabilir mi diye düşünerek. Kitabın içinde öyle bir olay örgüsü var ki katlanarak artıyor, labirent gibi içinde barındırdığı hikayeler. 

  Kitap bitince koca bir boşluk oluştu içimde, yeni kitaba başlasam da aklıma hala bu kitap geliyor. Resim ise sınıftan bir fotoğraf, genelde derslerimiz boş geçtiği için derste okudum hatta bazen kendimi öyle kaptırdım ki ağzım açık kaldı derslerin bazılarında. Hocalar "Ne oldu Naz" dedi. Herkese tavsiye ederim beni etkileyen bu romanı :) 

  Minik bir not: bu benim ilk yayınım, 2 aydır süren şenlikte yorum yazdığım ilk kitap bu kitap. Hatalarım varsa anlayışla karşılarsanız sevinirim :)    


Burcu'nun Okuma Hali ve Düşünceleri
  
  Rüzgarın Gölgesini alırken beni en çok etkileyen durum tarihi bir dönemin içine sıkıştırılmış bir kurgusal roman olmasıydı. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemlere özellikle ilgi duyduğum için çok iyi geldi. Franco'nun faşizme yakın düşüncelerinin gölgesinde 1945 sonrası savaştan yeni çıkmış İspanya'nın hikayesini dinlediğimi hissettim. Arka fonda en çok bu vardı. 

  Bir çırpıda okunmasının yanında sürükleyici bir anlatımının olması benim yararıma oldu. Kitabın içerisinde yer alan pek çok insanla tanışıp, hayatlarının düğümünü çözmeye çalıştım. Ki benim en merak ettiğim düğüm konusunda kitabın bitmesinden 370 sayfa önce yaptığım tahminin kitabın sonlarında doğru çıkması beni çok mutlu etti. 

 Her kitaptan farklı bir ders çıkarıyorum ve genelde sonucu aileye dayanıyor. Aslında bu kitaptan sonra çocukluk kavramı üzerine düşündüm. Bir insanın ilk kendini bildiği ve bütün hayatını şekillendirdiği anlar. Kitap bence tamamen bunun üzerine kurulmuştu. 

 Bu kitabı okumalısınız. Biraz sakin bir anınızda kendinizi yormadan okuyacak bir kitap arıyorsanız ama günlük rutinimde de beni düşündürüp etkileyecek bir kitap olsun diyorsanız, işte o kitap Rüzgarın Gölgesi. 

İyi okumalar dilemekle birlikte bir kaç tane beğendiğim cümle paylaşacağım:

*Onun sesini duyamıyor ya da dokunuşlarını hissedemiyordum ama sıcaklığı ve aydınlığı evimizin her köşesini kaplamıştı; gözlerimi kapayıp onunla konuşursam, nerede olursa olsun beni 
duyabileceğine, yaşlarını hala on parmağıyla sayabilenlerin saflığıyla inanıyordum. 

*...Yoksulların zarar vermesini önlemenin en etkili yolu onlara zenginleri taklit etmek istemeyi öğretmektir.

*Şansa inanmıyorum. Her ne kadar biz anlamasak da, her şeyin özel bir amacı vardır. 

*Hepimiz sessiz kalmayı yeğledik ve bizi gördüklerimizin, yaptıklarımızın, kendimiz hakkında öğrendiklerimizin ve diğerlerinin geçip gidecek bir kabus, bir yanılsama olduğuna inandırmaya çalıştılar.