17 Ekim 2015 Cumartesi

On İkiye Bir Var/ Haldun Taner

    On İkiye Bir Var/ Haldun Taner
    184 sayfa/ Bilgi Yayınevi
                           
















Haldun Taner sevgim yıllardır var olduğu için bu sefer tiyatro eserlerinin dışına çıkıp elime bir öykü kitabını alarak devam ettim okuma yolculuğuma. Dilinin beni tatmin edeceğine emindim fakat hikayelerini üst üste okuduğumda bende nitelikli etkiler bırakacağını sanmıyordum. Öykülere karşı biraz soğuk olan yaklaşımımdan olsa gerek gayet güzel izlenimlerle veda ettim kitaba.

Öncelikle kitabın adını ben On İki Bir Var olarak yazmış olsam da kitabın üç farklı kitabın bileşimi olduğunu söylemem gerek. İlk kitapta yani; On İkiye Bir Var'da altı hikaye, Sancho'nun Sabah Yürüşünde, -yani ikinci kitapta- dört hikaye ve Gülerek Ölmek hikayesi tek başına bir hikayeyi oluşturuyor. Kitapta toplamda ise on bir hikayeyle karşılaşıyoruz. 

Özellikle on ikiye bir var beni hayli etkileyen bir hikayeydi ardından gelen çoğu hikayede de aynı şeyi hissettim. Özellikle bazen durum bazen olay hikayesine kayan tavrıyla Haldun Taner kalbimi bir kez daha çaldı. Bazen Almanya'da bir otelde bazen bir devlet memuriyet binasının helasında buldum kendimi. Soğuk sulara daldım, zamanla yarıştım, kanımın kan rengi aktığı günleri özledim. Hepsini bir çırpıda şuncacık kitap sağladı. 

Her yazardan en az bir kelime öğreneceğime dair güçlü bir inancım vardır. Haldun Taner bu kitapta bana "hasıla" kelimesini öğretti. Bazen içimden geçen cümlelerde yer bile bulmaya başladı kendine bu kelime. Fark ettim ki yazardan bir şeyleri alıntılamaya çalıştığımda paragraf halinde alıyorum. Hevesinizi kaçırmak istemediğim için çok az alıntıyla kapatıyorum yazımı:

*İnce  ve bol köpüğün üstünden yağ gibi kayan bir jilet bile, ağız uçlarınızı, gülümseme adını verdiğimiz o iç açıcı çizgiye benzetmek için biraz yukarı kaldıramazsa, durum umutsuz, çok umutsuz demektir. 

*İstanbul semtlerinin her birine bir arma seçilecek olsa Eyüp'ünkünde muhakkak bir leylek resmi bulunurdu.



1 Ekim 2015 Perşembe

İskambil Kağıtlarının Esrarı/ Jostein Gaarder






 İskambil Kağıtlarının Esrarı/Jostein Gaarder
 Pan Yayınları/ 344 sayfa
  Çeviri: Sabri Yücesoy











   Bu kitabı okumaya, okumadan önce gördüğüm yorumlarla ve özellikle "mor gazoz"un güzelim anlatımıyla karar verdim. Kitabı edinmemin üzerinden bir süre geçince onca kitabın arasından sırayı bu kitaba devrettim.
 
  Öncelikle konudan ve okuduğum yorumlardan ben herhalde kitabı anlamaya çalışırken hayli yorulacağım demiştim kendi kendime ancak beni hayli yanıltarak o kolay ve anlaşılır diliyle kendine bağladı. Kitap hakkında o kadar çok söyleyebileceğim şey var ki hatta konuşmanın öyle bir yeri geliyor ki kitaptan alıntı yapmak istiyorum. Cümleler düşüyor aklıma birer birer.
  Ancak konuyu abartıya kaçmadan şöyle özetleyebilirim ki; onları kendini arayacağını söyleyerek terk eden anneyi güneye doğru bir yolculuğa çıkarak arayan bir baba oğul hikayesi bu. Aslında tüm yolculuk Jostein Gaarder'ın üslubunu doğal bir şekilde kullanarak gençlere sunduğu bir felsefi hikaye. Felsefi dediysem öyle zorlayan, yoranlardan değil; daha çok sorgulatan, araştırma isteği yaratan ve en çok da merak ettiren bir hikaye.
  
 Gaarder'ın neredeyse Avrupa kıtasını aklına kazımış hali, sen okurken unuttuğunda sana birden pat diye olayları hatırlatan hali öylesine keyif verici ve akıcıydı ki elimde olmadan kitabı yavaş okumak, bitirmemek istedim. Bitirdiğimde ise çevremdeki insanlara "Ama çok güzeldi." dedim bolca. 
  
  En çok da iskambil kağıtları edinmek, her karta daha bir anlamlı bakıp çözülen esrarı hatırlamak istedim. İstiyorum. Bir de keşke çizgi romanı olsa ve kitabı okuyanlar bir de onunla düş gücü arasındaki uçurumu ya da yakınlığı gözlemlese istedim. 
  Ben bazı kitapları okuduktan sonra unutmak istiyorum sırf okuduğumda hissettiğim o çeşit çeşit duyguyu yeniden yaşamak için. O kitaplar arasına giren bir kitap olduğu için tuhaf bir mutsuzlukta taşıyorum sırtımda.

Tüm bu karmaşık çözülememiş duygulara ve hayranlıktan geriye kalanlardan birkaçı:

*Aynı yıldızları görebildiğimiz halde, birbirimizden sonsuz ölçüde uzaktık. Çünkü yıldızlar haber taşımaz, Albert. Bu dünyada nasıl yaşadığımız umurunda değildir onların.

*Herhalde bir manzara ressamı gelip buranın gerçeğe uygun bir resmini yapmaya kalksa, bütün boyaları biter zavallıcığın. 

*Ben dünyayı garip bir rüya sayıyordum ve bu rüyanın ne anlama geldiğini bulmak için akla uygun bir açıklama aramaktaydım. 

*Çünkü insan bir şeyi anlamadığını anlamışsa bir kez, artık her şeyi anlamanın eşiğine gelmiş demektir.