22 Aralık 2016 Perşembe

Anne Kafamda Bit Var/ Tarık Akan


Anne Kafamda Bit Var/ Tarık Akan 
Can Yayınları/ 138 sayfa








Anne Kafamda Bit Var kitabı bana Askıda Ne Var adlı bir sosyal girişim projesi aracılığıyla Can Yayınları tarafından gönderildi ve beni inanılmaz mutlu etti. Elime ulaştığından beri uzun bir süre geçmesine rağmen ancak okuyabilecek zamanı buldum. Okumamın uzunca bir kısmı 21 Aralığa yani en uzun gece en kısa gündüze denk geldi. Bir gece boyunca yapabileceğiniz en iyi uğraş kitap okumak, hele bir de bu en uzun geceyse...

Bizim naif aşk filmlerinden tanıdığımız nam-ı diğer "Damat Ferit"in yani Tarık Akan'ın bambaşka bir yönünü görüyoruz bu kitapta. 1981 yılı başlarında Almanya'da gerçekleşen bir ödül töreni sırasında, ödülünü aldıktan sonra yaptığı bir konuşmanın, ülkemizdeki yanlı ve yalan haber yapan bir gazete tarafından çarpıtılmasıyla Tarık Akan'ın 12 Eylül Anıları başlar. 

Bu anılar elbette ki Sıkıyönetimden kaynaklı olarak acının yoğun olduğu, korkunun fazlaca arttığı ve umudun giderek tükendiği anıları içeriyor. Biz de Tarık Akan'ın gözünden Birinci Şube'yi görüyor, gencecik insanlarla iletişim kuruyoruz. Hepsi birbirinden daha gerçek karakterlerle tanışıyor, bir yanımız insanlık dramına şahit olurken diğer yanımız 'dur hala umut var' diyor. Her bir anının kısa kısa anlatıldığı ancak yeri geldiğinde içinize bir acının saplandığını inkar ettirmeyen satırlarla buluşuyor okuyucu. 

Her bir bölüm kendi içinde ayrı bir dinamiğe sahip. Her ne kadar Sıkıyönetimden kaynaklı kapkaranlık bir ortamdan ve sebebini bile idrak edemeden yaka paça sürüklenen çoğunluğu genç insanlardan bahsetsek de umudumuzu yeşertecek bölümler de mevcut. Satırlar okuyucuyu Yol filminin çekim maceralarına sürüklerken, bir başka açıdan da bizleri filmin ardından Cannes Film Festivalinde eli havada bir Yılmaz Güney portresiyle karşı karşıya bırakıyor. Bir sayfada mutluluktan gözlerimde yaşlar asılı kalırken sayfayı çevirdiğimde üzüntünün bir yumru gibi boğazıma takıldığını anlıyorum. 

Kısacası duygudan duyguya koşmama sebep olan ve bilmediklerimi gerçek karakterler üzerinden bana böyle güzel anlatan bir kitapla tanıştığım için, Tarık Akan'ı bir de kendisinden dinlediğim/okuduğum için ve bana iyi bir oyuncuya hayranlık duyduğum kadar iyi bir insana da hayranlık duyduğumu hatırlattığı için mutluyum. 

Ve en çok da ülkemizin her geçen gün yeni fakat gittikçe kötüleşen olaylara aktör olduğunu gördükçe şu satırlar aklımda yankılanıyor, "Yaşam koşulları olumsuz yönde değiştiğinde insanın biyolojik ve moral sağlığının bozulduğunu, ama hayatta kalma dürtüsünün tüm zor koşullara katlanmayı, hatta neredeyse alışmayı sağladığını düşündük." 

13 Aralık 2016 Salı

Havva'nın Üç Kızı/ Elif Şafak

 
      Havva'nın Üç Kızı/ Elif Şafak
     Doğan Kitap/ 418 sayfa 
     Çevirmen: Omca A. Korugan 
     (yazarıyla birlikte)







Uzun zamandır düzenli kitap okuyamıyordum. Bunda fuarın araya girişi ve dönem sonuna yaklaştığımız için verilen ödevlerin sayıca artış etkili oldu. Havva'nın üç kızı ise fuardan önce başladığım ve ne yazık ki bugüne değin elimde sürünen bir kitaptı. Uzun süredir yorum yazamadığım için öne sürdüğüm bahaneleri geçersek, dört yılın ardından yeni bir Elif Şafak kitabına başlamak ummadığım bir his bıraktı üzerimde. Ummadığım hisler Elif Şafak'ın kalemini özlememden ve geçen zamanın ardından bende bazı önyargılar oluşturmasından kaynaklanıyordu. 

Öncelikle konusundan bahsedersem Elif Şafak bu kitabında üç genç kadının yollarının nasıl kesiştiğini anlatıyor. Yollarının kesişmesi diyoruz fakat bu kadınlar ne kendi ortak etnik kültürlerinde ne de aynı dini çevrede birleşiyorlar. İlk başta gözümüze çarpan pek çok ortak noktaya rağmen onların yollarını kesiştiren "Tanrı" kavramı oluyor. "Tanrı" kavramından yola çıkan bu arkadaşlığın -hatta kız kardeşliğin- dününe ve bugününe şahit oluyoruz.  

Olay örgüsünün oldukça akıcı olduğu, kurgu açısından genellikle birbirini tamamlayan ve aklımızdaki bazı sorulara yanıt veren satırlar mevcut kitabın içerisinde. Fakat bunların yanında gereksiz olduğuna inandığım, fazla uzatıldığını düşündüğüm bölümler de vardı. Kitabın son sayfalarına değin okuma temposunu asla düşürmeyen bir ilerleyiş olmasına rağmen, bazı sorularımın yanıtsız kaldığını hissettim. Çeşitli konuların etrafında çok fazla dönmesine karşın detayına inmemesi aklımda bazı soru işaretleri bıraktı. 

Aklımda dört sene önce oluşan  sevdiğim Elif Şafak portresini de sorguladım bu kitapla beraber çünkü yaptığı toplumsal eleştirilerin bir kısmı fazla keskin ve taraflı, yazdığı karakterleri koyduğu kalıplar kalın çizgilerle belirlenmişti. Bunları görmezden gelebildiğim bölümlerde ise yeni fikirlerle aydınlandığımı ve keşfedilmesi gereken yeni yazarlar ile İslam bilginleri/şairleri kazandığımı fark ettim. Öğrendiğimden beri Elif Şafak'ın kaleminde beni en çok rahatsız eden nokta ise kitaplarını önce İngilizce yazıp ardından Türkçe'ye çevirmesi/çevirilmesi -üstelik anadilinde bu kadar güzel yazma yetisi varken. 

Kitabın sonuyla beraber yüzümde bir tebessüm oluştu ve yüreğime bir ağırlık çöktü. Bunca çelişkinin ve git gelin ortasında kendime çoğu açıdan benzettiğim Peri'yi ve aklımda uzunca süre kalacak sorularla ne olduğu muamma bir hediye aldım. 

NOT: Kitabın iki farklı kapağı mevcut ve ben fotoğraftaki versiyonuna bayıldım. 

*Bütün ömür boyu damla damla biriktirdiğimiz hüzünlere, kederlere sonradan tek bir kişinin sebep olduğunu sanmak ne büyük yanılsamadır. Ama insan beyni, kendini aldatmakta ustadır.

22 Kasım 2016 Salı

Tüyap İstanbul Kitap Fuarı 2016

Neden böyle bir başlık açtım? 
Neden bu konuda yazma ihtiyacı duydum? 
Bir sürü "neden" sorusu sorulabilir bu başlıkla alakalı olarak. Öncelikle bunları cevaplandırayım. 

Ben bir süredir İletişim Yayınlarında stajyer olarak çalıştığım için ve bu işe başlamamın ana sebebi fuarda çalışmak olduğu için bu başlığı açmasam, anlatmasam olmazdı. Eksik kalırdı. Benim için İletişim Yayınları bir çeşit haftanın iki günü kapısını çaldığım yeni bir ev haline gelmişti. Fazlasıyla benimsemiştim. Benzer hisleri fuardaki stant için de yaşayacağımı bilmiyordum tabii...
Fuarda çalışmanın bıraktığı inanılmaz yorgunluğun yanında ben başta İletişim ailesinden tanımadığım insanlar olmak üzere birçok yeni insanla tanıştım. İyi ki de tanıştım. Bazıları fuara geldiklerinde zaten tanışmak istediğim youtube'da ve instagram'da kitap sayfaları olan insanlardı. Bazıları ise ayak üstü tanışıp lafladığım, kanımın hemen kaynadığı insanlardı. Her ne olursa olsun fuar bana inanılmaz yorgunluklarla, tarifi zor mutluluklarla, yeni insanlarla ve bolca kitapla geri döndü.
Bu insanlardan özellikle bu yazıya denk gelen insanların bileceği -ya da keşfetmek isteyebileceği- baldanberi, saklamakabı, gallifrey kitapçısı ve en sürprizli olan tanışmalarımdan biri tozlubavul vardı. Bunlar tanıştığım, vakit geçirdiğim insanlardan sadece bazıları. Diğer adlarını anamadığım ancak tanışmaktan çokça memnun olduğum insanlar, sizlerle de iyi ki benim için en özel fuarda bir araya gelebildik. Yazıyı "İyi ki tanıştım" başlığından öte kitap alışverişleriyle ve bazı eleştirilerle devam ettirmektan yanayım. 
                                 
            Alışverişlerim
Öncelikle çalışıyor oluşuma rağmen, hafta içi izin alarak yayınevleri arasında koşturmak suretiyle pek çok standa uğradım. (O arada da lafladığım insanlar oldu tabii.) Biraz da kitaplardan bahsedeyim.


Kitaplarla ilgili uzun uzun hangi kitabı neden seçtim, nasıl sohbetler sonucu aldım yazarsam buraya gereğinden uzun bir yazı girmiş olacağımı fark ettim. Bu yüzden yalnızca fotoğrafları ekleme ve okunmama ihtimaline karşı isimlerini yazmaya karar verdim. Okudukça yorumlayacağım, yorumlarken de mutlaka kitabı almama sebep olan hikayeden bahsedeceğim. 

1) Devekuşuna Mektuplar-1- Önce İnsan/ Haldun Taner
2) Filler Sultan ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca/ Yaşar Kemal
3) Kiracı/ Javier Cercas
4) Arayışlar/ Lou Andreas-Salome
5) Yazı ve Yorum/ Roland Barthes (Metis Seçkileri 3)
6) Mülksüzler/ Ursula K. Le Guin
7) İle/ Oruç Aruoba
8) Eşit Haklar/ Terry Pratchett 
9) Fantastik Işık/ Terry Pratchett
10) Büyünün Rengi/ Terry Pratchett
11) Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz/ Melisa Kesmez
12) Tiffany'de Kahvaltı/ Truman Capote
13) Kitap Evi/ Enis Batur
14) Belgelerim/ Alejandro Zambra
15) Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik/ Alice Munro
16) Asılacak Kadın/ Pınar Kür
17) Anathem/ Neal Stephenson
18) Nietzsche Ağladığında/ Irvin D. Yalom 
19) Locke Lamora'nın Yalanları/ Scott Lynch
20) Zaman Makinesi/  H. G. Wells
21) Cesur Yeni Dünya/ Aldous Huxley
22) Çizgili Pijamalı Çocuk/ John Boyne
(Canavarın Çağrısı yakın bir arkadaşım için hediyeydi.)
23) Sinemayı Seven Adam/ Mithat Alam
24) Don Kişot'tan Bugüne Roman/ Jale Parla
25) Meyhane/ Emile Zola
26) Ölü Canlar/ Gogol
27) Bel-Ami/ Maupassant
28) Gece Kelebeği/ Haydar Karakaş 
29) Kendine Ait Bir Oda/ Virginia Woolf 
30) Tante Rosa/ Sevgi Soysal
31) Eleştiri ve Hakikat/ Roland Barthes
32) Çürümenin Kitabı/ E. M. Cioran
33 Göçmüş Kediler Bahçesi/ Bilge Karasu

Sonuçta bir blog yazarı olarak detaylı bir şekilde kısa sürede aldığım kitapları alma hikayemi sizlere anlatma ve konularından bahsetme imkanım yoktu. Bu yüzden kitapları listelemeyi ve bir çeşit fuar seçimlerimi gösterebilmeyi tercih ettim. 

Fotoğraftaki kitaplar dışında bana fuar boyunca tanıştığım en tatlı insanlardan biri olan Kübra(baldanberi'den), bir kitap hediye etti. Beni aşırı mutlu eden bir kitap oldu. İçerisinde harika çizimler ve Nazım Hikmet'in birbirinden güzel üç şiiri var. Durup durup tekrar incelemeye doyamadığım bir kitap oldu şimdiden. Tekrar çok teşekkür ederim, Kübra :*







           Eleştirilerim

Fuara okuyucu kimliğinden öte stantların arkasındaki satıcı kimliğiyle yerleştiğinde her şey değişiyormuş. Öncelikle upuzun saatler ayakta kalmanın yanında tuvalete gitmenin bile hızlandığı, yemeğini yemek için beklemen gerektiği bir ortamda bulunuyorsun fuar boyunca. Ancak en büyük sorunlar bunlar değil elbette, daha büyük sorun bilinçsiz okuyucunun sayısında. Bu eleştirileri küçük yaştakilerden ziyade tahmini on beş ile altmış yaş arası fuar ziyaretçileri için yapacağım. 
Öncelikle kitap fuarları ücretli giriş yapılan bir yer ve böyle bir yere geliyorsa bir kişi bunun amacı kitapların bulunduğu bir atmosferi solumak, indirimlerden yararlanmak, imza günlerini, söyleşileri yakalamak olmalı. Bunların hiçbiri için değil de yalnızca kitap almak için geldiğini varsayalım bir kişinin; bu kişi öncelikle kitap fuarlarında her kitabın her stantta yer almayacağını bilmeli. Yani "yayınevi" kavramından haberdar olmalı, sonrası zaten kolay. 
Her kişi için olmadığını belirterek yine eleştireceğim bir nokta da, araştırılması ama yanlış verilerle gelinmesi. Örneğin, Orhan Pamuk kitapları bir dönem İletişim Yayınlarından çıkıyordu fakat sonrasında Yapı Kredi Yayınlarına geçiş yaptı. Bu noktada insanlar araştırıp geliyor fakat bana gösterdiği görsel eski kapaklı bir Orhan Pamuk kitabı oluyor, haliyle orada da İletişim Yayınları yazıyor.

O noktada ülkece doğru araştırma yapmamızın, üşengeçlikten sıyrılmamızın ve özellikle büyük çoğunluğun sahip olduğu son model telefonların ve hemen hepimizin sahip olduğu internet paketlerini verimli amaçlar uğruna kullanmamızı temenni ediyorum. Çünkü taktir edersiniz ki, stantlarda çalışanların üzerinde çok fazla sorumluluk var -bu benim dışımda da böyle- ve fuar alanlarında danışma adında bir merci mevcut. Lütfen, her çalışanın test kitaplarının nerede satıldığını, tuvaletin nerede bulunduğunu, kafeteryaya nasıl gidebileceğinizi bilmek zorunda olmadığını hatırlayın. Karşınızdakiler sizler gibi insan, robot değil. 
Bir de doğru kaynaklardan, doğru bilgiler edinerek alışverişinize başlayın. Başka türlüsü hem fazladan zaman harcamanıza hem de yorulmanıza ve insanları yormanıza sebep olur. 

16 Kasım 2016 Çarşamba

Bir Cümlelik Aşklar/ Mario Levi


   Bir Cümlelik Aşklar/ Mario Levi
    125 sayfa/ Everest Yayınları







Uzun zamandır yorum yazamamın pek çok nedeni var. Bunların bir kısmını başka bir yazıda anlatacağım, o zamana değinse şu an yorumlayacağım Bir Cümlelik Aşklarla birlikte okuduğum Havva'nın Üç Kızı'nı da fotoğrafta görüyorsunuz. Umarım yakın zamanda onu da bitirir ve ardından da yorumlayabilirim...

Mario Levi ismini uzun zamandır kitap raflarında görüp henüz okumadığım bir yazardı, Bir Cümlelik Aşklara kadar. Sanıyorum, bir cümleye sığacak aşklara duyduğum merak ve yazarın bunu nasıl yansıttığını merakım üzerine kitabı aldım ve ardından da uzunca bir süre yanımda taşıdım. 

Kitabın içeriğine gelirsek içerisinde genellikle yarım sayfa, bir sayfa ya da en fazla bir buçuk sayfadan oluşan yüz cümle var. Cümlelerin yansıttığı her bir karakter aslında bize fazlasıyla tanıdık. Bizim gibi büyümüş, acılar yaşamış, sevmiş, hayal etmiş; kısacası bizim coğrafyamızın özelliklerini içerisinde taşıyan, coğrafyamızın hislerini bilen insanlara ev sahipliği yapmış. 

Bir insanı o insan yapan her şeyi aşktan saymış yazar, ki her aşkın bir hayat oluşturmaya yetecek güçte olduğundan da bahsetmiş. Biz bu bahsedilenleri ve hatta bahsedilmeyenleri önce seziyor ardından okuyoruz. Kitabın kapağını kapattığımızda ise yüzden fazla yeni karakter tanımış, Türkçe'nin imkanlarına fazlasıyla şaşırmış oluyoruz. Siz de farklı bir kitap okumak istiyorsanız, Bir Cümlelik Aşklar diğer kitaplarınıza hem iyi bir eşlikçi olabilir hem de içinize hüzün katmaktan geri durmaz. 

"Alegra ve Salamon'un evliliklerinin dördüncü yılında, üstelik hiç kimsenin hiç kimseden kaçamadığı bir zamanların Çatalca'sında, Balkan Harbi'nin rüzgarları eser, Bulgar çeteleri etrafa korku salar, top sesleri gecenin karanlığını döverken, farklı insanlara aşık olup birkaç ay sonra birbirlerine döndüklerini, geride kalan sevgililerden birinin intihar edip ötekinin delirdiğini, Şişli'deki o büyük dairenin sadece misafirlere açılan salonunun yanındaki kömür sobalı oturma odasında, o Türk musiki programını Siera marka o lambalı radyodan dinlemesinin ardından, babaannemden, bir pazar günü, çocuk yüreğimle, bir masal dinler gibi dinlemeseydim, bir kadınla bir erkeği birbirlerine hayat boyu, sadece sevginin değil, bir pişmanlığın da bağlayabileceğini hiç düşünmeyecektim.

26 Ekim 2016 Çarşamba

Kabuk Adam/ Aslı Erdoğan

 Kabuk Adam/ Aslı Erdoğan 
 Everest Yayınları/ 155 sayfa




Aslı Erdoğan benim varlığından sanıyorum Lise ikideyken haberdar olduğum bir yazar. Varlıklarına şükrettiğim edebiyatçılarımıza sıra arkadaşımın "Bana kitap önerir misiniz?" tarzındaki bir sorusu sonucunda onun okuduğu, benim ise Kabuk Adam'la okumaya başlamaya değin yalnızca dışarıdan baktığım bir kalemdi Aslı Erdoğan. Kitapların zamanı olduğuna inanırım ve sanıyorum ki yazarla ve diliyle en doğru zamanlardan birinde karşılaştım. 

Kabuk Adam, Aslı Erdoğan'ın kendi hayatının bir kesiti esasında. Yazarın Fizik doktorasını yaptığı CERN'ün yaz okulu benzeri bir etkinliğiyle gittiği Karayiplerde geçen bir kendini keşfetme öyküsü ve hayatımız boyunca çok az rastladığımız dönüm noktalarından biri. "Bir insanı nasıl bir aşk, nasıl bir dostluk, nasıl bir süreç değiştirebilir?" sorularının ayaklı yanıtı aynı zamanda. 

Kitaplarımın çoğunlukla altını çizmeyen biri olarak, bu kitabı okurken elime kalemimi alıp yüreğime dokunan her satırı çizdim çünkü o satırları kaybetmek bu kitapla ilgili başa gelebilecek en kötü şey olurdu. Üstüne üstünlük hakkında not aldığım çok fazla satır, yazmak istediğim çok fazla an var. İçimi burkan, kitabın ne amaçla yazıldığını öğrendikten sonra daha fazla ağlamama sebep olacak çok fazla etken var. 

Nasıl anlatılır, ne söylenir bilemiyorum. Boğazımdaki yumruyu biliyorum yalnızca.Bir de içimi acıtan ayrımcılığın, insafsızlığın, incitmenin, düşüncesizliğin nelere mal olduğunu öğreniyorum giderek. Bana çok fazla mesaj veren, birden fazla konunun hakkında düşündüren, başucumda kalsa her gün yeniden sayfalarını karıştırıp yeniden üzüleceğim bir kitap. 
Aslı Erdoğan'ın, bir benzetmeyi alıntılarsam "Gerçekleri, bıçağı midenize sokup çevirircesine, kurcalayışı" nın etkileyiciliğiyle buluşmak isterseniz, Kabuk Adam başlangıç için iyi bir kitap olacaktır. 

Dipnot olarak bu kitabı okuduğum süreçte bir takı alışverişi yapıyordum ve kitap elimde geziyordum. Kasada Aslı Erdoğan okuduğumu gören görevli, benimle Aslı Erdoğan hakkında konuşup, alışverişimde indirim yaptı. Aslı Erdoğan okuyor diye indirim yapan esnaf fikri o kadar güzel geliyor ki kulağa! Darısı tüm toplumumuzun başına. Ve elbetteki Aslı Erdoğan gibi kalemi güçlü, o yazıyorsa ben kalemin yanına bile yaklaşmamalıyım dediğim bir edebiyatçının özgür olduğu ve edebi üretkenliğini bizlerle buluşturduğu günleri temenni ediyorum. 

*Bu adaya, bu kumsala gelişimin bir amacı varsa eğer, o da anlatmaktı, okyanusun sonsuzluğunu, vahşi ve tutkulu yağmurları, Kabuk Adam'ı. 

* "Korkmadığını söylediğin her şeyden korktuğuna eminim. İstemediğini söylediğin şeyleri de çok istiyorsun. Umutsuzluk değil seninki, sadece bıkkınlık. Yaşayan herkesin umudu vardır."

16 Ekim 2016 Pazar

Aklımdaki Che/ Margaret Randall


 Aklımdaki Che/ Margaret Randall
  180 sayfa/ İletişim Yayınları
   Çeviren: Kıvanç Koçak






Aşağı yukarı bir buçuk yıldır varlığının farkına varıp hakkında filmler izlemek, kitaplar okumak, yazarlarını tanımak, kültürünü öğrenmek istediğim bir kıta Güney Amerika. Ve yine inandığım yolla; kendini okutmak isteyen kitabın karşıma bir anda çıkmasıyla okuduğum bir kitap: Aklımdaki Che. 

İçerik olarak, bir inceleme kitabı olduğunu söylemekte fayda var. Konusu itibariyle Ernesto Che Guevara'ya farklı perspektiflerden bakıyor bu kitap. Siyasal görüşlerinin temelini, mücadele anlayışını, Fidel Castro'yla tanışmasını ve arkadaşlığını, kadınlara bakış açısını, dinle içerisinde yer aldığı devrimin benzerliğini ve daha pek çok şeyi özetliyor bu kitap. Yalnızca Che'den bahsetmiyor aynı zamanda. Yazarın hayata bakışından kısımlar da yansıtıyor. Bir döneme, o dönem içerisinde oluşan kültürel yapıya, devrim anlayışına ve Küba Devriminin dışında kalan çeşitli devrim amaçlı girişimlere dair de kısımlar sunuyor, yazar okuyucuya. 

Bakınca az sayfayla ve önemli görsellerle bezeli başarılı bir çalışma fotoğrafta gördüğünüz kitap. Yazar araştırmaya, Che'nin ölümünden sonra yakın çevresiyle tanışıp kurduğu dostluklardan edindiği bilgileri arındırıp okura sunmaya büyük emek harcamış. Aynı şekilde çevirmen de kitapta yer alan parçaları özenle araştırmış, bazılarını baştan çevirmek zahmetine girmiş. 
Kısacası demem o ki, okuduğum kitap nesnel bilgilerin öznel bilgilerle harmanlandığı hem yazarı hem çevirmeni tarafından emek verilmiş bir çalışma.

Kitabın arka kapağında yapılan bir yorumu alıntılayarak bitireceğim bu yazıyı. Bud Hall: "Che Guevara hakkında tek bir kitap okuyacaksanız, tavsiye edeceğim kitap kesinlikle budur." 

*Milliyetçilikten nefret ediyorum. Aşırı tezahürlerinin, birçok modern jeopolitik önyargılardan ve aldatmacalardan kaynaklandığı, epeyce çarpıtılmış bir yurtseverlik olduğuna inanıyorum.

12 Ekim 2016 Çarşamba

Eşik/ Irmak Zileli


    Eşik/ Irmak Zileli
 325 sayfa/ Remzi Kitabevi







Bu kitaba bir süredir fazlasıyla ilgim vardı. Nerden kaynaklandığını, neden ara ara aklıma geldiğini ve raflarda yazarın adını aradığımı ise daha sonra fark ettim. Sanıyorum bir buçuk sene kadar önce Kitap Ağacı Ankara Buluşması için Irmak Zileli davet edilmişti. Aklımda da etkinliğe hazırlık yapan insanların yorumları yer edinmiş diyerek soru işaretlerimi yok ettim. 

Kitap için akıcı diyen yorumlara rastlamıştım sıklıkla. Benim için çok da akıcı olmadığını itiraf etmem gerek. Araya okulun açılması, bir yığın dikkat dağınıklığı ve yeni uğraşlar girince yaklaşık yirmi günde biten kitabı elime alamadığım gün sayısı bir hayli fazlaydı. Fakat sonuçta son satırlarına değin ayrılmadan yolculuğumuza devam ettik. 

Kitabın arka kapak yazısı bir şeyler çağrıştırsa da konuya dair çok da fazla şeyi yerine oturtmuyor. Özetle, siyasetin merkezde yer aldığı bir aile ve dönem hikayesi bu. Günümüzde başlayıp geçmişe dönen, pek çok yeni şey öğrenmenize yardım eden ve bir müddet okuduktan sonra ivme kazanan bir kitap. 

Kitap bir babayla kızının ilişkisiyle başlayıp, annesiyle kızı, dayısıyla yeğeni, toplumda bir birey olarak kızı ve daha pek çok bağlamda yaşanan ve yaşanabilecek olasılığı barındırıyor içinde. Üstelik hiç de uzak bir hikaye değil bize. Kitabın içinde yer alan yıllar son kırk beş yılı barındırırken içerisindeki konular hala gündemini koruyan başlıklara sahip. 

Kitabı çözümlememe yardımcı olan faktörlerden biri de şansıma dizinini yapmam için önüme geliveren Gün Zileli kitabı oldu. Dizinini yaptığım kitabın otobiyografik etkileri Irmak Zileli'nin neden siyaseti bunca iyi bir dille anlattığını anlamamı sağladı. Ailenin siyasete yatkınlığı bireyin siyasete yatkınlığını etkiliyormuş.

Bunlar dışında okuma açısından ben bir miktar zorluk yaşadım. Çünkü başlangıçta karakterleri tanıyamadan, bazı karakterlerin kim olduğunu henüz çözemeden cümle içerisinde adlarıyla karşılaştım. Bunun yanında ikinci zorluk ise kitabın bölümlere ayrılmaması, asla eslere yer verilmemesi. Ya bir satır boşluk ya da konunun değişebileceğini belirten (***) işareti vardı. Bunları söylemekte fayda olduğuna inanıyorum çünkü yazarı, yazarın dilini, konuyu işleyiş biçimini sevsem ve diğer kitabını okumak istiyor olsam da tavsiye edilmeden önce belirtmem gerektiğine inanıyorum. Ve evet, tavsiye ediyorum. Okunmalı, satırlarında kaybolunmalı, babayla ve kızı Eylülle tanışmalı...

*Aynı davanın içinde, aynı hedef için yüreği çarpan, aklını, varını yoğunu bunun için ortaya koyan insanlar onlar. İki insanı birleştirecek daha iyi bir neden söylenebilir mi?

21 Eylül 2016 Çarşamba

Aynı Yıldızın Altında/ John Green


   Aynı Yıldızın Altında/ John Green 
    319 sayfa/ Pegasus Yayınları 
    Çevirmen: Çiçek Eriş







Yaklaşık üç sene önce yeni çıktığı günlerde alıp kitaplığıma eklediğim ama artan okur ve daha sonrasında izleyici kitlesiyle soğuduğum bir kitap bu aralar beni okumam için çağırdı kendine. Her kitaplığımın önünden geçişimde bu kitap bana göz kırpınca ben de diğer okuyacağım kitaplardan önceye ekledim. Ancak isteğimden farklı olarak yolculuk kitabı olmasını istediğim kitaba sadece çok az başlayabildim bayram sonrası İstanbul'a dönerken. Ki daha sonra da uzun süredir görmediğim arkadaşlarımla edilen sohbetler araya girince beş gün gibi fazla bir sürede tamamladım kitabı. 

Kitabın konusuna gelirsek, Hazel Grace adındaki kansere uzun süre önce yakalanmış on altı yaşındaki bir genç kızla, on yedi yaşındaki Augustus Waters'ın destek grubunda tanışmalarıyla beraber; yaşama ve ölüme dair sonsuzluklar içindeki küçük bir sonsuzluğun hikayesi. Aslında bir hayli dokunaklı bir konusu ve tatlı karakterleri vardı ancak kitabı biraz uzun sürede bitirmem benim ilgimi kaybetmeme sebep olmadı da diyemem. 

Aynı Yıldızın Altında'yla ilgili şu zamana kadar gördüğüm, duyduğum şeyler beni kitabı okurken şaşırtmazken bilmediğim bazı olaylar ve yaşananlar beni fazlasıyla etkiledi. 
Bunun yanında ilk defa, okuduğum bir kitapta satırların altını çizdim. Tamamen elimin kaleme gitmemesiyle alakalı bu durumda kendimce bir tabumu yıktım denebilir. Bir gün elime kitabı yeniden aldığımda hoşuma giden satırları görmenin nasıl bir his yaşatacağını çok merak ediyorum. 

Bunun dışında ne yazık ki sonunun beni biraz hayal kırıklığına uğrattığını söylemem lazım. Kötü bir son değildi ancak beni heyecanlandıran bir tarafı maalesef yoktu. Benim kitabı aldığım zamanla şuan arasındaki üç senenin getirdiği büyüme hissiyle birlikte kitabı çok da memnun bir şekilde kapatmadım. Bunun yanında yazarın ısrarla "Bu bir hayal ürünüdür." tadındaki uyarıları ve hayal gücünü 'uydurma' gücüyle birleştirmesi beni keyiflendiren şeyler arasında oldu. 

Bir tık edebi değeri düşük ancak dokunaklı bir hikaye okumak istiyorsanız ve henüz okumadıysanız Aynı Yıldızın Altında bir seçenek olabilir. Filmini de unutmamak lazım.

* "Ama organize olamayan ağıtçılarız, bu yüzden çok sayıda insan Shakespeare'i hatırlıyor ama kimse Elli Beşinci Sone'yi kime yazdığını hatırlamıyor." 

16 Eylül 2016 Cuma

Gökdelen/ J. G. Ballard


  Gökdelen/ J. G. Ballard
  183 sayfa/ Sel Yayınları
  Çeviren: Dost Körpe







Kitabı okumaya  karar veriş sürecim aslında bir yığın tesadüfün eseri. Öncelikle İstanbul Film Festivali dönemi sürekli kataloglarda, internet sitelerinde adına rastlıyordum. Açıkçası biraz da meraktan sosyal medyayı yoklarken filmlerle ilgili, Gökdelen(High-rise)'in bir kitabı olduğunu öğrendim. Bundan yaklaşık iki hafta sonra İzmir Kitap Fuarında yakın bir arkadaşımla gezinirken bu kitabı gösterip ne kadar okumak istediğini söylemesiyle kafamda puzzle parçaları birleşti. Ani bir kararla hem arkadaşıma hem de kendime birer tane aldım. Yani o nisan ayında evren bana "Oku bu kitabı!" dedi. 

Okuma sürecime gelirsek zaten gökdelenlerden nefret eden bir insanken, kitabın da beni destekleyeceğini düşünerek başladım okumaya. Ki öyle de oldu. 
En basit tanımla kitabın konusu, gökdelende geçen yaşamı distopyalaştıran bir bakış açısı ve olay örgüsü olabilir. Görüşünü haklı noktalara vardıran ama nedeninde nasılında birazcık takıldığım bir kitaptı benim için. Bazen kitabı kapatıp buraya nasıl geldik ya biz ve nereye varacağız sorularıyla baş başa kaldım. Beynimin çokça soru ürettiğini söylememe gerek yok sanırım. 

Yazarın İngiliz asıllı olduğunu öğrenmem ve esasında olayların Londrada 70'li yıllardaki bir gökdelende distopik bir türde geçtiğini birleştiren beynim beni biraz George Orwell'a yöneltti. Yazarın okuduğum ilk kitabı oluşu ve benim beynimin birleştirdiği parçalar birbirlerine çok da uyum sağlamadı. Ancak bunun yanında keyif almadım dersem yazarın zekice birleştirdiği parçalara ve hayal gücüne büyük haksızlık olur. 

Ne zamanki biri beni gökdelenlerin aslında güzel yerleşim birimleri olduğu konusunda ikna etmek isteyecek, benim de elimde okuduklarımdan yola çıkarak verecek bir çok cevabım olacak. Bu kitapla ilgili hayatıma etki eden güzel şeylerden yalnızca biriydi. Diğer yandan bir gökdelenin genişliğini, orada yaşayan birine nasıl etkileri olduğunu ve hayatını dikey bir şehre göre hapis olarak nasıl yaşadığını da gördüm. 
Ha kötü bir etki olarakta her okuduğum distopyadan sonra olduğu gibi bu sefer de insanlığa, yaşama ve bir şekilde sokulduğumuz kalıplara şiddetli bir tepki göstermek istedim. Sinirlendim. 

Bulduğum ilk fırsatta filmini internetten ya da daha güzeli Başka Sinema(umarım High-rise yeniden gösterimde olur) gibi güzel filmleri bize ulaştıran etkinlikler aracılığıyla filmini de -özellikle sinemada- izlemek istiyorum. Filme çekilmeye çok uygun oluşu, iyice merakımı artırdı diyebilirim. Kısacası distopyaları seviyor ve maalesef hayatımıza her geçen gün daha fazla katılan dikey şehirlere yıllar öncesinin Londra'sından bir bakış istiyorsanız hem kitabı okumanızı hem de filmi izlemenizi öneririm. 

Gökdelenleri eleştiren bir alıntıyı da buraya bırakıyorum: On yıllardır toplanan vergiler gökdelenin sürdürülebilir bir sosyal yapı olabileceği fikrine gölge düşürse de bu dikey kentler, halk konutlarının maliyetlerini düşürdüklerinden ve özel sektöre yüksek kazançlar getirebildiklerinden, sakinlerinin gerçek ihtiyaçları göz önüne alınmadan inşa edilip duruyordu. 

10 Eylül 2016 Cumartesi

Aile Çay Bahçesi/ Yekta Kopan



   Aile Çay Bahçesi/ Yekta Kopan 
    142 sayfa/ Can Yayınları







Kitabı iki sene önce İstanbul'a ailemle birlikte üniversite gezmeye gittiğimizde bir kitapçıdan satın almıştım. Ambalajlı bir şekilde rafta sırasını bekliyordu. Okumak için elime alıp, ambalajı açtığımda ise kitaba başlamadan önceki bir sayfada -ithaf sayfası- sadece "Burcu'ya" -benim adım- yazıyordu. Adınızı bomboş bir ithaf sayfasında düşünün. Benim için çok mutlu edici ve güzel bir başlangıçtı kitaba. 

Kitabın konusundan kısaca bahsedersem; ailesinde ve toplumda kendisini arayan, ne ifade ettiğini bulmaya çalışan bir kadının hikayesi. Arka kapağında yazdığı gibi "Annesinin kuzusu. Babaannesinin birtanesi." Ama ya onlar için ne ifade ettiğini bilmediği insanlar? Bazı insanlar için ne ifade ettiğimizi bilmediğimiz ve keşfetmek için çabaladığımız anların bir hemcins karakter üzerinden anlatılışı esasında kitabın teması. 

Kitap özellikle bu ülke kadınlarına yakın gelebilecekken bir yandan da -bence- anti kahraman özellikleri taşıyordu. Müzeyyen(ana karakter) ne yana savrulduğunu bilemeyen, içinde kapasitesi çok fazla olan bir kin deposu barındıran bir kadın. Ancak bu anti kahramının da bizler gibi bir hikayesi ve anlatacakları var. Kısacası boş bir vaktinizde Yekta Kopanla tanışmak isterseniz akıcı ve yalın dilinin yanına okunası hikayesini ekleyerek sizler için iyi bir kitap seçeneği olabilir. 

NOT: Üzerinde her ne kadar roman yazsa da ben kitabı uzun öykü tadında okudum. Tam anlamıyla roman diyemememin yanında uzun öyküden de biraz fazlası denebilir. 

*Böyledir zaten, çocukluk, utanılacak sayısız anının birikimidir.

7 Eylül 2016 Çarşamba

Göğü Delen Adam/ Erich Scheurmann



 Göğü Delen Adam/ Erich Scheurmann 
   110 sayfa/ Ayrıntı Yayınları
   Çevirmen: Levent Tayla






Sayfa sayısı açısından bir hayli kısa ancak içerik açısından çok dolu bu gördüğünüz kitap. Kendimizle daha doğrusu kitabın orijinal adıyla ifade edersem: Papalagi'yle -ki kitabın adıyla eş anlamlı Somoa diline ait kelime- yüzleştiriyor. Düşünün ki karşısında durduğunuz ayna sizi dürtüyor bir anda. Şaşırmaz mısınız? Kitaptaki anlatımda karşınıza çıkan, sizi size yansıtan satırlar dürtüyor sizi, tam manasıyla.

Çok geç olduğunun ve kitaptaki sözlerin bir çoğunun bende ne kadar istesem de yerine ulaşmayacağının farkındayım. 
Farklı başlıklar altında incelenen paradan zamana, evlerden mesleklere değin hayatımızın eğilimlerine hatta hayatımızın merkezlerini görmemizi sağlıyor. Merkezleri çünkü ne kadar inkar etsek de mesleğimiz, zamanımız ve paramız başta olmak üzere birden fazla şey kaplıyor hayatımızı ve yalın yaşamayı unutuyoruz. 

Her yazılana katılmasam da dışarıdan bakan ve bizim "Modern Yaşam" adını verdiğimiz hayata nötr yaklaşabilen birinin fikirleri sizi uyandırıyor. Mesela yiyeceğini doğadan karşılayan biri için meyveye para vermek, nehrin sularından susuzluğunu gideren kişi için suya para vermek; hatta ve hatta paranın kendisi bile dünyanın en garip şeyi olabiliyor.

Bunun gibi hoşuma giden alıntıları not ettiğim ve hayatımda değiştirmek istediğim temaların yanında, katılmadığım eleştirmek istediğim noktalar da var. Örneğin; sinema ve basılı kitap gazete gibi ürünlere bakış açısı. Çünkü her ne kadar sinema ve kitap keyif işleri olsalar ve az da olsa zararları bulunsa da (hayattan kopmak ve gerçekle gerçek olmayanı ayırt edememek gibi) aynı zamanda öğretici yönleri de var. En basit örnekle ben bu kitabı okumasaydım, Somoa yerlilerinin varlığından haberdar olmayacak ve kendi hayatıma dönüp bakmayacaktım.

Bunun yanında zamanla ilgili takıntıma ve fazla düşünen yanıma da bu kitaptan sonra dikkat edeceğim. Herkesin eğilebileceği yanlarını görmesi ve ufakta olsa dürtülüp uyanması için bu kitabı tavsiye ederim. İyi okumalar...

*Avrupa'da, para vermeden herkesin yararlanabileceği bir tek şey buldum: Hava. Havanın da, yalnızca unutulduğu için parasız olduğunu sanıyorum. Hani Avrupalının biri bu dediklerimi duysa, hemen hava için de yuvarlak metal ve ağır kağıt istemeye kalkar. Çünkü her Avrupalı, para istemek için yeni yeni nedenler arayıp duruyor.

4 Eylül 2016 Pazar

Kusma Kulübü/ Mehmet Eroğlu


  Kusma Kulübü/ Mehmet Eroğlu
   327 sayfa/ İletişim Yayınları








Daha önce hiç okumadığım bir başka yazarın kitap yorumuyla karşınızdayım. Fakat bu sefer yazacağım kitap yorumu benim için bir hayli zor bir yorum olacak. Bunun pek çok sebebinden biri yazarın dili: beni mıhlayan, yoran ama Hemingway okuduğumda aldığım tada benzer bir tat bırakmış bir kitap. 

Kitabı okumadan önce arka kapak yazısına yeniden baktığımda, karmaşık bana çok da bir fikir vermeyen bir yazı olduğunu düşünmüştüm. Adından da belli bir kusma kulübü anlatılacak sanıp büyük bir yanılgıya düştüm. Kitabı bitirdiğimde yeniden arka kapak yazısını okudum ve bana kitabın başka bölümlerinde, başka sayfalarında; satırlara ve satır aralarına sıkışmış şeyleri hatırlattı. Yani derinliği fazla olan bir kitap denebilir sanırım ilk olarak. 

Kitabın içeriğinde ise birbirinden ilginç ve çevremizden çok da uzak olmayan pek çok karakterlerle tanıştım. Satırları kafama kazırcasına okuduğuma göre, karakterlerde kafama kazındı denebilir. Bunun yanında kitap derin bir mesaj içerirken bir yandan da ülkemize, kişiliğimizi, düşünce yapımızı oluşturan pek çok şeye dair fikir verdi.

Kitapla ilgili normalde yapmadığım ama bu kitapta kendim için yapmak zorunda hissettiğim, detay kısmına girmeden içeriği anlatacağım ve belki de keşfedilecek olan bir kavramdan yüzeysel olarak bahsedeceğim için bir uyarı notudur. Rahatsız olacak olanlar farklı renkte olan kısmı okumasınlar. 
Diğer kısma başlamadan önce kitabın herkesin kitap zevkine hitap etmeyeceğini, damakta güzel bir tat bırakmayacağını ama bana kalsa belli bir yaşın üstünde -cinsellik detaylıca var olduğu için- ve midesi dayanabilecek olan -adından belli- zengin-fakir herkese okutmak isterdim. 

***
Kitabın merkezinde yer alan kaybolmuşluk, yalnızlık hissi öyle etkileyici bir biçimde hissettirildi ki insanlarla konuşmadan anlaşabilmeyi; bir bakışından, kafa hareketinden ne dediğini, ne hissettiğini anlayabilmeyi istedim. Bunun seni tanıyan ve senin tanıdığın insan miktarıyla ve aynı zamanda yakınlığıyla da alakalı olduğunu düşünerek karakterlere imrendim. Tabi bunun yazarın başarısı olduğunu ve gerçekte çok az sayıda böyle insan olduğuna inandığımı da söylemek isterim.

Bunun dışında kitap ilerledikçe ortaya çıkan "vicdan" kavramı öyle bir şekilde kitabı dönüştürdü ki, başladığımdaki yerden çok farklı bir yerdeydim. Bunun yanında Beşiktaş-Kadıköy vapurunda kitabımı okuyup, vapur iskeleye yanaşırken içeri girdiğimde, hoş sesli bir erkeğin elinde gitarı, Adamlar grubunun "Utanmazsan Unutmam" şarkısını söylediğini işittim. Benim denk geldiğim kısımda,
"Utan utan utanmayan insan olur mu lan
Altın bir madalyon gibi taşınmalı vicdan" diyordu. Ve ben aklım iyice karışmış bir biçimde kendimi Kadıköy sokaklarında buldum. 
***

Kitap hakkındaki anektodumu geçersek ben kitaptan çok etkilendiğimi ve Mehmet Eroğlu'nun kitaplarına karşı oluşan korkumu yendiğimi söyleyebilirim. Ancak bunun yanında başka bir kitabını okumak için aradan çokça vakit geçmesi gerektiğine karar verdim. 

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Uzunharmanlar'da Bir Davetsiz Misafir/ Sezgin Kaymaz


Uzunharmanlar'da Bir Davetsiz Misafir/ Sezgin Kaymaz
  274 sayfa/ İletişim Yayınları









Türk yazarlar içinde bir yenisinin kalemiyle tanışmayı denedim geçenlerde. O yazar Sezgin Kaymazdı. Bilmeden kitaplarını incelerken konusunu sevdim diye bu kitaba gitti elim, oysa yazarın ilk kitabı olduğu için de hayli yerinde bir seçimmiş. Ufak bir talihsizlik sonucunda aynı zamanda on altı sayfalık bir baskı hatasının da bulunduğu kitabı almışım. 

Kitaba gelirsem, nasıl anlatabilirim nasıl büyüsünü bozmadan kelimelere dökebilirim inanın bilmiyorum. O yüzden arka kapakta yazanları tekrarlayacağım. Musa Uzunharmanlar'da bir bekar evine taşınır. Taşındığı ev ve mahallede ise onu sürprizlerle dolu günler beklemektedir. Değişik isimli karakterler bulunur içerisinde: Kirkor Usta, ev sahibi Beyabi, üç kuşaktır Ankaralı "Erzurumlu Teyze", burnunun derinliklerini keşfeden Kemal... Ve çok daha fazla eğlenceli karakteri tanımak için bile okunabilir. 

Kitap çözmesi oldukça kolay bir akışa ve kurguya sahip. Sonuna vardığınızda ağzını açık bırakacak, dudağınızı uçuklatacak bir sonu yok. Ancak sonunda yüzünüzde kalacak tebessüm için bile bildiğiniz olaylar keyifle okunası. 

Kitapta olayların geliştiği iki yüz sayfalık kısımda öyle diyaloglar, tespitler var ki. Bazı yerel konuşmalar ne kadar güldürüyorsa, o tespitler de bir o kadar düşündürüyor. Açıkçası ben hayatıma bu kitaptan çok şey katarak -yazarın- diğer kitaplarını da okumaya devam edeceğim. 

Okunması basit ve akıcı olduğu için reading slump dönemlerinize veya gülümsemek istediğiniz herhangi bir anınızda okunması için alışverişlerinizin ilk sıralarında olsun. Keyifli okumalar... 

* "...her denklem gibi, insanın kendi iç dünyasını ayakta tutan denklem de dengeye muhtaçtır... hiç kimseyi, hiçbir şeyi sevmediğini söyleyen biri bile denklemin diğer tarafına, nefreti ve sevgisizliğiyle denk ağırlıkta veyahut yoğunlukta, kendine olan, yaşamaya olan sevgisini koyuyordur."




30 Ağustos 2016 Salı

Zeze'ye dair ne varsa!


Merhabalar, öncelikle uzun zamandır yayın yapmadığım ve kısıtlı miktarda kitap okuduğum için yaptığım "Okuma Maratonu 1" başlıklı yazımın işe yaramadığını söylemem gerekiyor. Ancak istediğim kadar okuyamasam bile yorumlama kısmına geri dönüş yapmaya karar verdim. Böylece çoğunlukla okunduktan sonra sana hissettirdiği ilk izlenimleri hatırlayabileceğin bir yerin oluyor. Günlük gibi tıpkı. 

Çok yazdım ama hala kendimce kitap yorumlamadım. Bu yazımda adından anlaşılacağı üzere Zeze'ye yani yediden yetmişe herkesin okuyup kalbinde bir yer ayırdığı kahramana odaklanacağım. 








Şeker Portakalı/ Jose Mauro De Vasconcelos
   182 sayfa/ Can Yayınları
   Çevirmen: Aydın Emeç 
    122. baskı




Sanırım Can Yayınlarının yeni kapaklarına karşı çok büyük bir sevgi duymasam da bu kapakları sevdiğimi itiraf ederek başlamalıyım. 

Kitabı -bilmeyen kaldıysa eğer- kısaca özetlemem gerekirse, Brezilya'nın küçük bir yerleşim biriminde yoksul bir ailenin on bir çocuğundan biri olarak doğan Zeze'nin henüz beş buçuktan altı yaşındayken "acıyı keşfetme" öyküsüdür bu kitapta anlatılan. Ancak öyle saf öyle güzel bir acıdır ki gençlerin ya da yetişkinlerin anlayamayacağı kadar özeldir de yaşayan için bence. 

Sonsuz düş gücüne ve eşsiz bir öğrenme becerisine sahip bu çocuk her anlatılan bölümde daha da size yakın olur. Bazen özenirsiniz, bazen üzülürsünüz, bazen de kollarını açıp sarılmak yanında olmak istersiniz. En azından ben böyle hissettim. Kısacak bir kitap olmasına rağmen gözlerim doldu, tüylerim ürperdi. 

Ben bu kitabı her ne kadar küçük yaşlarda -dokuz, on yaşlarımda- okuduğumu hatırlasam da bana ilk kez okuyormuş tadı verdi. Gerçi okumuş ve hatırlıyor olsanız bile Zeze sizi kitabın satırlarında bekleyen bir dost her zaman; Şeker Portakalı'nda ve diğer kitaplarında. 





Güneşi Uyandıralım/ Jose Mauro de Vasconcelos
    273 sayfa/ Can Yayınları
    Çevirmen: Aydın Emeç 
     64. baskı 






Güneşi Uyandıralım da bu defa beş buçuktan altı yaşındaki hınzır, Şeytan'ın oğlu denilen çocuğu yoksul ailesinden uzakta Brezilya'nın Natal kentinde zengin bir ailenin yanında buluruz. Evlat edinen, rahat ama zorunluluklar altında bir hayat sunan yeni ailesinin yanında, okulunda ve arkadaşlarıyla görürüz Zeze'yi. 

Bu kitabı ben Şeker Portakalı'nı sevdiğimden daha az seviyorum diyemem. Çünkü kitabın sayfaları arasında hala aynı çocuk ve maceraları var. Şeker Portakalı'nın ardından şimdi de kurbağası var. Üç kitap içinde sanırım ben sahip olduğu her şeyi ele alırsak, en çok kurbağayı seviyorum.

Zeze'nin büyüme sancıları yavaş yavaş başlarken çevresindeki her şeyi ne kadar sihirli kıldığı da görülmeye değer. Yeni edindiği hobiler ve bununla ilgili ortaya çıkan bazı anlatımlar arkadaşlarımdan biriyle günlük hayatta espri yapabilmemize bile sebep oldu üstelik. Yani yazıldığı kırk iki sene önceden bu yana hala kalıcı ve bize fazla yakın. 




 Delifişek/ Jose Mauro de Vasconcelos
  85 sayfa/ Can Yayınları 
  Çevirmen: İnci Kut
   33. Baskı






Delifişek her ne kadar bir son sayılsa da Güneşi Uyandıralım'da anlatılanlara yeni bir şey eklemeyen aksine eksik kalanları kendince tamamlayan bir tür "dile getirilmeyenleri dile getirme" kitabı, bence. 

Kitabın önsözünde bahsedildiği üzere kitap Vasconcelos'un en sevdiği kitaplarında ilk sıralarda yer alıyormuş çünkü dile getirmek isteği sorunları ve özgürleşme çabasını bir çeşit kendini de yansıtan Zeze'nin düşünce ve sözleriyle ifade etmiş. Böyle bir önsözden sonra kitabı okumaya başlayınca elbette ince eleştiriler göze çarpıyor. 

Bunun yanında Zeze'nin büyüdüğünü ve hayallerinden sıyrılıp önünü görmeyi deneyen bir delikanlı olduğunu görüyoruz. Tıpkı büyüyünce hepimizin başına geldiği gibi o da gerçekçi bir insana dönüşüyor. 

Nasıl ki birlikte büyüdüğünüzün farkında olacak kadar yaş farkının fazla olduğu bir kardeşi, kuzeni, komşu çocuğunu gözlemleyebilirsiniz objektif bir şekilde; işte ben de yeniden okuduğumda bu üç kitabı -üçlemeyi- bir çeşit gözlemle sonlandırdım. Yazdıklarımsa dışardan bakan bir insana anlatabileceğim kadarıyla bir kardeş, kuzen, komşu çocuğuydu. Belki siz de benim gibi bir büyüyüşü gözlemlemek istersiniz. Umarım da istersiniz...

NOT: Delifişek'teki çevirmen değişikliğine rağmen aynı tadı aldım mı diye soracak olursam kendime, evet aldım. Bunun zorluğunu tahmin ederek buradan İnci Kut'a teşekkür etmek istiyorum. 
    

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Okuma Maratonu 1

       Merhabalar, 
Uzun zamandır paylaşım yapmıyordum. Buna gerek yaz tatilinin verdiği o tatlı uyuşukluk gerek de ev taşımak gibi olaylar sebep oldu. Şimdi neden böyle bir başlıkla geri döndüğüme gelecek olursak; youtuberların videolarını izlerken hoşuma giden bir etkinlikti maratonlar, ben de bunun kendi açımdan yazıya dökülmüşünü yapmaya karar verdim. 

Özellikle tatilin bu anından sonra önceye göre daha fazla boş vaktim olacağına inanmam ve merak ettiğim kitapları bir an önce okuma isteğim de beni bu etkinliği düzenlemeye itti. Etkinliğim tabi ki bireysel şu noktada. Kendime bireysel bazı hedefler koydum. 

1) Etkinlik süresi 10 Ağustos 2016 ile 24 Ağustos 2016 arasındaki iki haftalık süreçtir. 
2) Hedefim bu iki haftalık süreçte önceden belirlediğim sekiz kitabı okumak. 
3) Eğer hedeflediğim sayıdaki kitabı hedeflediğim sürede okuyabilirsem, toplamda dördü Türk yazara, dördü Yabancı yazarlara ait sekiz kitabı okumuş olacağım. 
  Buna artı olarak aynı yazarın (ki bir adet böyle yazar var) iki kitabını üst üste okumayacağım, aynı yayınevinden iki kitabı üst üste okumayacağım, iki yabancı ya da Türk yazarı üst üste okumayacağım için çeşitlilik sağlamış olacağım. 
4) Etkinlik sonunda toplam da altı yeni yazarla tanışmış olacağım için de yeni kalemler keşfetmiş olacağım.

Diğer bir önemli kısma değinmek gerekirse okuduğum kitapları ve yazarları blogumda değerlendireceğim için kitapları özümseme oranımın artacağına ve blogumun düzene gireceğine inanıyorum. 
Bu paylaşımda bahsi geçen kitapları ve yazarları burada şuan için paylaşmayacağım elbette. Sürprizi kaçmasın. Ben kitaplarıma ve maratonuma gidiyorum öyleyse. 

Herkese bol okumalı iyi günler!

24 Haziran 2016 Cuma

Bahar Okuma Şenliği Sonucum

Bir çoğuna yorum yazmak için vakit bulamasam da son ayların en yoğun okumasını yaptığımı söylemem gerek bu şenlikle beraber. Aynı zamanda şenliğin ev sahipliğini yapan Pinnucia'nın Kitaplarının da uzunca bir süre  her şenliğin bitiminde katılımcılara neler okuduğunu sorduğu yazılarına eklediği gibi "Şenliğin tüm kategorilerini tamamlayabilenleri, bitiremese de kendi rekorlarını kıranları, rekor kıramasa da istediği gibi okuyamasa da göğsünü gere gere ne okuduğunu bana bildirecek herkesi şimdiden tebrik ediyorum." cümlesini kendi adıma son şenlikte tüm katılımcılar için kullanıyorum ve göğsümü gere gere şenlik sonucumu paylaşıyorum. 



4. Kategori (10 puan): Anti-kahraman bir karaktere sahip bir kitap. (Öneriye ihtiyacınız varsa goodreads sayfalarına buradan veya buradan ulaşabilirsiniz)
Çavdar Tarlasında Çocuklar/ J. D. Salinger/ Yapı Kredi Yayınları/ 198 sayfa

5. Kategori (10 puan): Evde okunmayı bekleyen veya elinizde olmasa da okumak isteyeceğin 10 kitaptan kurayla belirleyeceğin bir kitap.

Yokyer/ Neil Gaiman/ İthaki Yayınları/ 372 sayfa

10. Kategori (10 puan): Normalde okumayacağınız veya uzak duracağınız türde bir kitap.
Yüzyılın Aşkları/ Can Dündar/ Can Yayınları/ 280 sayfa (Belgesel Kitap)

15. Kategori (10 puan): Genç yetişkin türünde bir kitap.
Audrey'yi Bulmak/ Sophie Kinsella/ Artemis Yayınları/ 322 sayfa

19. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 30 puan, toplam 60 puan): Kapağındaki baskın rengin kırmızı ve mavi ve yeşil olduğu birer kitap. (Her renkten bir kitap okumanız gerekiyor).
Mehmeti Sakatlayan Serçe Parmağı/ Güray Süngü/ Dedalus Yayınları/ 215 sayfa (Mavi)
Kelebeğin Hayat Sırları/ Nil Karaibrahimgil/ Doğan Novus Yayınları/ 294 sayfa (Yeşil)
Çanlar Kimin İçin Çalıyor/ Ernest Hemingway/ Bilgi Yayınevi/ 496 sayfa (Kırmızı)

20. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 20 puan, toplamda 60 puan): Şimdiye kadar hiç kitabını okumadığınız dört yazardan birer kitap. Yazarların ikisi Türk, ikisi yabancı, ikisi kadın, ikisi erkek olmalı.
Yaşamın Ucuna Yolculuk/ Tezer Özlü/ Yapı Kredi Yayınları/ 125 sayfa (Türk Kadın)
Bülbülü Öldürmek/ Harper Lee/ Sel Yayınları/ 357 sayfa ( Yabancı Kadın)
Bu Kitabı Çalın/ Murat Gülsoy/ Can Yayınları/ 196 sayfa (Türk Erkek)
Ekmek Arası/ Charles Bukowski/ Metis Yayınları/ 223 sayfa (Yabancı Erkek)


11 kitap okuduğum için 110 puan 
19. ve 20. kategorileri tamamladığım için ekstra 50 puan 
Sonuçta 3078 sayfa okuduğum için 30 puan 

Toplamda 110+50+30 = 190 puan