22 Aralık 2016 Perşembe

Anne Kafamda Bit Var/ Tarık Akan


Anne Kafamda Bit Var/ Tarık Akan 
Can Yayınları/ 138 sayfa








Anne Kafamda Bit Var kitabı bana Askıda Ne Var adlı bir sosyal girişim projesi aracılığıyla Can Yayınları tarafından gönderildi ve beni inanılmaz mutlu etti. Elime ulaştığından beri uzun bir süre geçmesine rağmen ancak okuyabilecek zamanı buldum. Okumamın uzunca bir kısmı 21 Aralığa yani en uzun gece en kısa gündüze denk geldi. Bir gece boyunca yapabileceğiniz en iyi uğraş kitap okumak, hele bir de bu en uzun geceyse...

Bizim naif aşk filmlerinden tanıdığımız nam-ı diğer "Damat Ferit"in yani Tarık Akan'ın bambaşka bir yönünü görüyoruz bu kitapta. 1981 yılı başlarında Almanya'da gerçekleşen bir ödül töreni sırasında, ödülünü aldıktan sonra yaptığı bir konuşmanın, ülkemizdeki yanlı ve yalan haber yapan bir gazete tarafından çarpıtılmasıyla Tarık Akan'ın 12 Eylül Anıları başlar. 

Bu anılar elbette ki Sıkıyönetimden kaynaklı olarak acının yoğun olduğu, korkunun fazlaca arttığı ve umudun giderek tükendiği anıları içeriyor. Biz de Tarık Akan'ın gözünden Birinci Şube'yi görüyor, gencecik insanlarla iletişim kuruyoruz. Hepsi birbirinden daha gerçek karakterlerle tanışıyor, bir yanımız insanlık dramına şahit olurken diğer yanımız 'dur hala umut var' diyor. Her bir anının kısa kısa anlatıldığı ancak yeri geldiğinde içinize bir acının saplandığını inkar ettirmeyen satırlarla buluşuyor okuyucu. 

Her bir bölüm kendi içinde ayrı bir dinamiğe sahip. Her ne kadar Sıkıyönetimden kaynaklı kapkaranlık bir ortamdan ve sebebini bile idrak edemeden yaka paça sürüklenen çoğunluğu genç insanlardan bahsetsek de umudumuzu yeşertecek bölümler de mevcut. Satırlar okuyucuyu Yol filminin çekim maceralarına sürüklerken, bir başka açıdan da bizleri filmin ardından Cannes Film Festivalinde eli havada bir Yılmaz Güney portresiyle karşı karşıya bırakıyor. Bir sayfada mutluluktan gözlerimde yaşlar asılı kalırken sayfayı çevirdiğimde üzüntünün bir yumru gibi boğazıma takıldığını anlıyorum. 

Kısacası duygudan duyguya koşmama sebep olan ve bilmediklerimi gerçek karakterler üzerinden bana böyle güzel anlatan bir kitapla tanıştığım için, Tarık Akan'ı bir de kendisinden dinlediğim/okuduğum için ve bana iyi bir oyuncuya hayranlık duyduğum kadar iyi bir insana da hayranlık duyduğumu hatırlattığı için mutluyum. 

Ve en çok da ülkemizin her geçen gün yeni fakat gittikçe kötüleşen olaylara aktör olduğunu gördükçe şu satırlar aklımda yankılanıyor, "Yaşam koşulları olumsuz yönde değiştiğinde insanın biyolojik ve moral sağlığının bozulduğunu, ama hayatta kalma dürtüsünün tüm zor koşullara katlanmayı, hatta neredeyse alışmayı sağladığını düşündük." 

13 Aralık 2016 Salı

Havva'nın Üç Kızı/ Elif Şafak

 
      Havva'nın Üç Kızı/ Elif Şafak
     Doğan Kitap/ 418 sayfa 
     Çevirmen: Omca A. Korugan 
     (yazarıyla birlikte)







Uzun zamandır düzenli kitap okuyamıyordum. Bunda fuarın araya girişi ve dönem sonuna yaklaştığımız için verilen ödevlerin sayıca artış etkili oldu. Havva'nın üç kızı ise fuardan önce başladığım ve ne yazık ki bugüne değin elimde sürünen bir kitaptı. Uzun süredir yorum yazamadığım için öne sürdüğüm bahaneleri geçersek, dört yılın ardından yeni bir Elif Şafak kitabına başlamak ummadığım bir his bıraktı üzerimde. Ummadığım hisler Elif Şafak'ın kalemini özlememden ve geçen zamanın ardından bende bazı önyargılar oluşturmasından kaynaklanıyordu. 

Öncelikle konusundan bahsedersem Elif Şafak bu kitabında üç genç kadının yollarının nasıl kesiştiğini anlatıyor. Yollarının kesişmesi diyoruz fakat bu kadınlar ne kendi ortak etnik kültürlerinde ne de aynı dini çevrede birleşiyorlar. İlk başta gözümüze çarpan pek çok ortak noktaya rağmen onların yollarını kesiştiren "Tanrı" kavramı oluyor. "Tanrı" kavramından yola çıkan bu arkadaşlığın -hatta kız kardeşliğin- dününe ve bugününe şahit oluyoruz.  

Olay örgüsünün oldukça akıcı olduğu, kurgu açısından genellikle birbirini tamamlayan ve aklımızdaki bazı sorulara yanıt veren satırlar mevcut kitabın içerisinde. Fakat bunların yanında gereksiz olduğuna inandığım, fazla uzatıldığını düşündüğüm bölümler de vardı. Kitabın son sayfalarına değin okuma temposunu asla düşürmeyen bir ilerleyiş olmasına rağmen, bazı sorularımın yanıtsız kaldığını hissettim. Çeşitli konuların etrafında çok fazla dönmesine karşın detayına inmemesi aklımda bazı soru işaretleri bıraktı. 

Aklımda dört sene önce oluşan  sevdiğim Elif Şafak portresini de sorguladım bu kitapla beraber çünkü yaptığı toplumsal eleştirilerin bir kısmı fazla keskin ve taraflı, yazdığı karakterleri koyduğu kalıplar kalın çizgilerle belirlenmişti. Bunları görmezden gelebildiğim bölümlerde ise yeni fikirlerle aydınlandığımı ve keşfedilmesi gereken yeni yazarlar ile İslam bilginleri/şairleri kazandığımı fark ettim. Öğrendiğimden beri Elif Şafak'ın kaleminde beni en çok rahatsız eden nokta ise kitaplarını önce İngilizce yazıp ardından Türkçe'ye çevirmesi/çevirilmesi -üstelik anadilinde bu kadar güzel yazma yetisi varken. 

Kitabın sonuyla beraber yüzümde bir tebessüm oluştu ve yüreğime bir ağırlık çöktü. Bunca çelişkinin ve git gelin ortasında kendime çoğu açıdan benzettiğim Peri'yi ve aklımda uzunca süre kalacak sorularla ne olduğu muamma bir hediye aldım. 

NOT: Kitabın iki farklı kapağı mevcut ve ben fotoğraftaki versiyonuna bayıldım. 

*Bütün ömür boyu damla damla biriktirdiğimiz hüzünlere, kederlere sonradan tek bir kişinin sebep olduğunu sanmak ne büyük yanılsamadır. Ama insan beyni, kendini aldatmakta ustadır.